14 Eylül 2009 Pazartesi

I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV'İN İKİNCİ HÜKÜMDARLİĞİ (1205-1211)

I. GIYASEDDIN KEYHÜSREV'IN IKINCI HÜKÜMDARLIGI (1205-1211)

Giyaseddin Keyhüsrev Konya'yi kardesi Süleyman Sah'a biraktiktan sonra uzun ve macerali bir hayat yasadi. Dokuz yil sürecek bir gurbet hayatina baslayan Giyaseddin Keyhüsrev, Konya'dan Sis'e (Kozan) gitmis ve orada Ermeni krali Leon tarafindan karsilanmis ve büyük bir hüsnü kabul görmüstü. Daha sonra Elbistan'a hareket eden Giyaseddin Keyhüsrev burada da kardesi tarafindan adeta bir sultan gibi karsilanmis ve Elbistan'in kendi emrine verildigi bildirilmistir.

Giyaseddin kardesinin bu âlîcenâp davranisina tesekkür ederek Malatya'ya gitti. Kardesi Kayser Sah da onu törenle karsiladi. Buradan Haleb'e geçti ve daha sonra Amid (Diyarbekir) ve Ahlat yoluyla Karadeniz sahiline çikti; oradan da bir gemiyle Istanbul'a hareket etti. Istanbul'da imparator tarafindan törenle karsilandi ve kendisine 10 binlik altinlik tahsisat ayrildi. Giyaseddin Istanbul'da Mavrazomes adli bir Rumun kizi ile evlendi. Latinlerin 1204 yilinda Istanbul'u isgaline kadar orada, daha sonra da kayinpederiyle birlikte gittigi Istanbul yakinlarindaki bir kalede kaldi. Süleyman Sah'in ölüm haberini de burada aldi.

Giyaseddin'in eski emîrlerinden bazilari Süleyman Sah'in ölümü üzerine onu tahta çikarmak için harekete geçti. Danismendlilerin yikilmasindan sonra Anadolu Selçuklu Devleti'nin hizmetine giren Danismendli Yagibasan'in ogullari Muzaffereddin Mahmud, Zahireddin Ili ve Bedreddin Yusuf da Giyaseddin'i tekrar tahta çikarmak için seferber oldular. Bunlar Selçuklularin büyük kumandanlarindan Mübârizeddin Ertokus ile isbirligi yaparak, diger bazi emîrleri de kendi saflarina kazandilar. Giyaseddin Keyhüsrev'in haciplerinden Zekeriyya bu emîrlerden aldigi taahhütnameyi Giyaseddin'e götürdü. Onu Anadolu'ya davet etti. Süleyman Sah'in ölümünü ögrenen Giyaseddin, ogullari, kayinpederi ve yakin adamlariyla yola çikti. Ancak Bizans imparatoru Theodoros Laskaris, III. Kiliç Arslan ile anlasmis oldugundan onlara topraklarindan geçme izni vermeyecegini bildirdi. Ancak uzun müzakereler neticesinde iki oglunu ve Hacib Zekeriyya'yi rehine birakmak suretiyle imparatordan izin alabildi ve uç bölgelerdeki emîrlerin refakatinde Uluborlu'ya geldi. Burada hazirladigi ordu ile Konya'yi ele geçirmek üzere hareket etti. Bu sirada rehine olarak bulunduklari yerin muhafizlari ile anlasan ogullari Keykâvus ile Keykubâd ve Hacib Zekeriyya da orduya katildi. Giyaseddin Ocak 1205 tarihinde Konya'yi muhasaraya basladi. Bir ay süren kusatmada hiçbir netice alamadan Ilgin'a döndü. Bu sirada beklenmedik bir hadise oldu ve Konyalilarla daimî halde rekabet halinde olan Aksaraylilar Giyaseddin'e haber gönderip sehirlerine davet ettiler ve hükümdar olarak taniyacaklarini bildirdiler. Giyaseddin bu habere çok sevindi ve hemen Konya'ya hareket etti. Yegeni III. Kiliç Arslan'a da Tokat'i ikta etti. Böylece dokuz yillik bir aradan sonra 1205 yili Subat ayinda (601 Receb) yeniden Selçuklu tahtina çikti. Rivayete göre ortalik sükun buluncaya kadar Gâvele kalesinde beklemesi istenen III. Kiliç Arslan burada öldürülmüstür.

Giyaseddin yeniden tahta çiktiginda Süleyman Sah'tan saglam bir devlet devr almisti. Sultan I. Giyaseddin Keyhüsrev ilk is olarak kendisinin gurbette oldugu sirada Sam'a gitmis olan hocasi Mecdeddin Ishak'i Konya'ya davet etti. Bu davet üzerine Konya'ya gelen Mecdeddin'i büyük bir törenle karsilayip daha sonra oglu Izzeddin Keykâvus'a hoca tayin etti. Büyük oglu Izzeddin Keykâvus'u Malatya'ya, ortanca oglu Alaeddin Keykubad'i Tokat'a, küçük oglu Celâleddin Keyferidûn'u ise Koyluhisar'a meliki olarak tayin etti. Fakat daha önceki tecrübelerden ders alinarak artik meliklere bagimsiz hareket etme yetkisi verilmedi. Anadolu'daki hakimiyeti güçlenen Selçuklular Artuklu ve Eyyubi melikleri tarafindan da metbû tanindi.

Selçuklu sultanlari milletlerarasi ticaret yollarinin önemini kavradiklari için fetih ve sefer politikalarini buna göre tanzim ediyorlardi. Latinlerin Istanbul'u isgali ve Komnenoslarin Karadeniz sahillerini tamamen kendi hakimiyetleri altina alma emelleri sebebiyle transit ticaret yollarinda emniyet kalmamisti. Bundan dolayi Sultan, Karadeniz seferine çikarak Komnenoslari maglub etti ve ticaret yollarinda emniyeti yeniden sagladi. Daha sonra da Türkiye için önemli bir ithalat ve ihracat merkezi olan Antalya'yi ele geçirmek için muhasara eden Sultan, netice alamayinca geri çekildi. Ancak sehre giden yollari kontrol altinda tutmaya devam etti. Bunun üzerine sehirdeki Rumlar, Latin idaresinde yasamaktansa Türklerin hakimiyetine girmeyi tercih ettiler ve sultana gizlice haberler göndererek onu sehri de ele geçirmeye davet ettiler. Bunun üzerine sultan sehri tekrar muhasara etmeye basladi. Siddetli hücumlardan sonra surlara tirmanan Hüsameddin Yavlak Arslan, sultanin sancagini burçlarin üzerine dikti ve 5 Mart 1207'de (3 Saban 603) Rumlarin da yardimi ile sehir Türk hakimiyeti altina girdi. Sultan, Mübarizeddin Ertokus'u Antalya' vali ve subasiligina getirdi. Islâmî gelenege uygun olarak sehre kadi, imam-hatip ve müezzin tayin etti. Kale ve burçlari tamir ettirip silâh ve erzak depo etti.

Antalya'nin fethi Türkiye'nin iktisadî ve içtimaî gelismesinde önemli bir yere sahiptir. Selçuklular Akdeniz'de önemli bir ithalât ve ihracat limanina kavustuklari gibi burayi deniz kuvvetleri için bir üs haline getirdiler. Giyaseddin Keyhüsrev Antalya'nin fethinden sonra ordusuyla Konya'ya hareket etti. Bazi ticari vergileri kaldirdi. Selçuklular ile Kibrisli Latinler arasinda ticarî anlasma imzalandi.

Süleyman Sah'in ölümü üzerine meydana gelen iktidar boslugundan yararlanan Ermeniler, Elbistan'a kadar gelerek pekçok esir ve ganimetle geri dönmüslerdi. Bu sebeple Sultan Ermeniler'e karsi sefere mecbur oldu (605/1208-1209) yilinda Maras'i ele geçirdi ve Eyyûbiler'in de yardimi ile Ermeni topraklarina girdi. Bazi sehir ve kaleleri zaptetti. Sultan güvenilir emîrlerinden Hüsameddin Hasan'i bu bölgede görevlendirdi. Daha sonra onun ogullari ayni görevi sürdürmüs ve Haçli seferleri sirasinda tahrib edilen Maras imar edilmistir.

Ermeni krali Eyyûbi meliklerinin tavassutu ile Selçuklular ile bir antlasma imzalayarak onlara tabi oldu. Sultan Giyaseddin Keyhüsrev Eyyubi hükümdari el-Melikü'l-Adil'in yayilmaci siyaseti sebebiyle el-Melikü'z-Zahir, Muzafferüddin Kökböri, Mugiseddin Tugrul Sah ile ittifak yapti (606/1209-10).

Giyaseddin Keyhüsrev'in Karadeniz, Akdeniz ve Ermeni topraklarinda kazandigi zaferler, Iznik imparatoru ile aralarinin açilmasina sebep oldu. Laskaris'in giderek kuvvetlenmesinden endise eden Sultan, Iznik Devleti ile hesaplasmaya mecbur oldu. Kendisine siginan Bizans imparatoru Alexis'i yanina alan Sultan Giyaseddin Laskaris'e bir ültimatom göndererek Iznik'i imparatorlugun esas sahibi Alexis'e teslim etmesini istedi. Bu talebin reddedilmesinden sonra harekete geçen Sultan, Denizli-Ladik arasindaki Antiochel sehrini muhasara ettigi sirada Laskaris'in ogullari ile karsilasti ve onlara agir kayiplar verdirtti. Bizzat imparatorun üzerine hücum ederek onu yere düsürdü. Ancak muhafizlarina imparatora dokunmamalarini emretti. Yere düsen imparator ayaga kalkip sultanin atinin ayaklarini kesti. Sultan bir kulenin devrilisi gibi yere düstü ve öldürüldü. Sultanin öldürüldügünü gören Selçuklu ordusu dagildi ve Bizans imparatoru kuvvetleri maglub iken galip duruma yükseldi (5 Haziran 1211).

Ibn Bibi'ye göre Sultan Giyaseddin dag gibi atiyla merkeze hücuma geçti ve bir kiliç darbesiyle Laskaris'i yere düsürdü. Yanindaki muhafizlar onu öldürmek istediler. Fakat sultan izin vermedi. Maglup Bizans kuvvetleri kaçarken Türklerin bir kismi onlari takibe koyuldu. Bir kismi da ganimet derdine düstü. Bu sirada bir Frank askeri beklenmedik bir sekilde Sultanin üzerine atilarak onu sehid etti. Bunu haber alan Bizans ordusu geri dönüp taarruza geçti. Türkler sultanin ölüm haberiyle sarsildilar ve firara basladilar. Çok sayida esir ve kayip verdiler. Esirler arasinda Seyfeddin Ayaba da vardi. Sultan Giyaseddin Keyhüsrev'in cenazesi Alasehirli müslümanlarin yardimiyla Islâm mezarligina defnedildi. Sultani sehid eden Frenk askeri de öldürüldü. Cenazesi Keykâvus tarafindan Konya'ya getirtilerek Kümbedhane'ye defnedildi (14 Muharrem 608/28 Haziran 1211).

Giyaseddin uzun boylu, kuvvetli ve cesur bir hükümdar olup kardesi gibi iyi bir egitim görmüstü. Dindar bir hükümdardi. Pazartesi ve Persembe günü oruç tutardi ve Divan-i Mezalim'e bizzat baskanlik ederek sikayetleri dinlerdi. Yilda bir defa ser'î mahkemelere giderek kendisi hakkinda sikayet varsa dinler ve ona göre hareket ederdi. Âlimleri ve kadilari korurdu. Kardesi Gevher Hatun'un vasiyeti üzerine Kayseri'de Sifaiyye ve Giyasiyye adiyla bir hastane ve tip fakültesi yaptirmisti (602/1205). Danismendliler tarafindan yapilan Kayseri'deki Ulu Cami'yi de tamir ettirdi. Yollarda zarara ugrayan tüccarin mallarini devlet hazinesinden tazmin ettirmesi ticareti tesvik ve himaye bakimindan önemlidir. Bazi ticari vergileri kaldirmasi da onun ticareti destekledigini göstermektedir.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

AYDINOĞULLARI BEYLİĞİ

AYDINOĞULLARI BEYLİĞİ


1) Aydinogullari Beyligi'nin Kurulusu

Aydinogullari Beyligi, XIV. yüzyilin baslarinnda Aydinoglu Mehmed Bey tarafiindan merkezi Birgi olmak üzere Büyük Menderes'den Tire ve Ayasuluk'a (Selçuk) kadar uzanan bir bölgede kuruldu. Beyligin kurucusu Mehmed Bey, Kütühya ve çevresinde hüküm süren Germiyanogullari Beyligi ordusunda bir subasi (kumandan) idi. Bu sirada taht ve taç kavgalariyla zayif düsen Bizans Imparatorlugu'nun topraklarini ele geçirmeye çalisan Anadolu Beylerinden Karesi Bey Çanakkale taraflarini, Saruhan Bey Alasehir'in batisindan Izmir'e kadar olan sahayi, Mentese Bey'in damadi Sasa Bey ise Tire ve Ayasuluga taraflarini fethe baslamisti (1304). Bunlardan Sasa Bey, bölgedeki fetihleri sirasinda, Germiyanogullari beyliginin bati seferlerini yürüten Aydinoglu Mehmet Bey'den yardim istemisti. Böylece Aydinogullari bölgenin fethinde önemli bir rol oynamislar, ancak çok geçmeden Sasa bey'le Aydinoglu Mehmed Bey'in arasi açilmisti. Muhtemelen hakimiyet davasi yüzünden iliskileri bozulan bu iki beyden Sasa Bey bölgedeki düsman güçlerle isbirligi yaparak Aydinoglu Mehmed Bey'e karsi çikti. Yapilan savasta Aydinoglu Mehmed Bey, Sasa Bey ve kuvvetlerini yenerek bütün Aydin ilini ele geçirdi (1308). Sasa Bey'in ölümü üzerine rakipsiz kalan Mehmed Bey, Aydinogullari beyligini kurdu.

a- Mehmed Bey Devri (1308-1134)

Mübarezüddin (dinin kahramani) ve Sultanü'l-guzat (gazilerin sultani) lakaplariyla taninan Gazi Mehmed Bey, Ulu Bey sifatiyla Aydinogullari Beyligini idare etmeye basladi (1308). Çok geçmeden müslüman Izmir'i (1317) daha sonra Ayasulug, Tire, Sultanhisari ve Bodemya'yi (Ödemis) alan Mehmed Bey 1326'da Gavur izmir'i denilen sahil Izmir'i fethetti. BBu tarihte Osmanlilar da Bursa'yi ele geçirmislerdi.

Aydinoglu Gazi Mehmed Bey, Ortaçag devletlerinin birçogu gibi idaresi altindaki topraklari ogullari arasinda taksim ederek bese ayirdi ve herbirine bey ünvani verdi. Büyük oglu Hizir Bey'e Ayasulug ve Sultanhisari'ni, Umur Bey'e Izmir'i, Ibrahim Bahadir Bey'e Bodemya'yi, Süleyman Bey'e Tire'yi veren Mehmed Bey, küçük oglu Isa Bey'i Birgi'de kendi yaninda tuttu.

Aydinogullarinin Ege sahillerine ulasmalari onlari deniz meseleleriyle ilgilenmek mecburiyetinde birakti. Önce Ayasulug'da bulunan tersane, Izmir'in Cenevizlilerden alinmasindan sonra burada da bir donanma meydana getirildi. Nitekim 1319 senesinde Sakiz üzerine yapilan baskin için Ayasulug'da ellisekiz gemiden mütesekkil bir donanma hazirlanmisti. Yine Umur Bey babasinin sagliginda Izmir'de yapilan donanma ile Sakiz, Bozcaada, Egriboz, Mora ve Rumeli sahillerine basarili akinlar yapti. Onun 1333 yilinda ikiyüzelli gemiden olusan donanma ile Adalar Denizi ve Yunanistan'la yaptigi seferde bazi adalar haraca baglanmis, pekçok yer yagma edilmistir. Aydinoglu Mehmed Bey devrinde yapilan son sefer yine Umur Bey tarafindan Kuluri ve Mora adalari üzerine düzenlenmistir. Maiyyetinde 170 gemilik bir donanmayla yola çikan Umur Bey, Mora içlerine kadar girmis, pek çok esir ve ganimetlerle dönmüstür. Babasinin daveti üzerine Birgi'ye gelen Gazi Umur Bey burada düzenlenen bir av merasimine istirak etmis ve Aydinoglu Mehmed Bey av esnasinda suya düserek hastalanmis, çok geçmeden ölmüstür (734/1334). Ölümünden bir yil önce ünlü müslüman seyyah Ibn-i Battuta'yi Bozdag'daki sayfiyesinde kabul eden ve Birgi'deki sarayina da götüren Aydinoglu Mehmed Bey ona büyük ilgi göstermistir. Ibn-i Batuta, Sultanin huzurunda karsilastigi bir hadiseyi de söyle nakleder:

"Biz Sultan ile oturur iken, basinda taylasanli amame bulunan bir pîr gelüp sultana selam verdi. Kadi ile fakih kiyam etti. Pîr-i mezbûr sultanin pisgâhinda mastabaya (seki) oturarak, huffâz altinda kaldi. Bu pir kimdir? deyü fakihe sordum. Tebessüm ile sükut etmesine mebni suali tarra eyledim. Cevaben: "Bu yahudi bir tabibdir. Cümlemiz ona muhtaç bulundugumuzdan gördügün vecihle kendisüne kiyam etdik" deyince siddetle hism u gadaba geldim ve yahudiye "ey mel'un ibn-i mel'un sen yahudi oldugun halde huffaz-i Kur'an'in (Kur'an hafizlarinin) üstünde nasil oturursun?" dedim. Kendisini setm-i agâz ve ref-i avaz eyledim. Sultan taaccüb ederek sözümün manasini sordu. Fakih tercüme ettikte yahudi gazabnâk olarak üsve-i hâl ile çikti gitti. Avdette fakih bana "Hay Allah razi olsun ne eyü yaptin. Senden baskasi bu suretle ona hitaba cesaret edemez ona kendüsünü bildirdin" dedi.

XIV. asrin baslarinda Anadolu hakkinda bilgi veren Ömer ise Mesalikü'l-ebsâr adli eserinde "Birgi memleketinin sahibinin Aydinoglu oldugunu, altmis sehri, üçyüzden fazla kalesi ve daima silahli yetmis bin askeri bulundugunu" yazmaktadir.

Zamaninda Bizanslilarla dost ve müttefik olmaya dikkat eden Mehmed Bey devrinde gerçeklestirilen fetihlerle Aydinogullari Beyligi gücünü arttirdi ve kuvvetli bir devlet halinde gelismesini sürdürdü.

b- Umur Bey Devri (1334-1348)

Bahaeddin Gazi Umur Bey, babasinin ölümünden sonra amcalarinin ve kardeslerinin israri üzerine yirmibes yasinda iken Aydinogullari Beyliginin basina geçti (1334). Ilk is olarak Izmir'e saldiran Venedik, Rodos ve Kibris donanmalarindan olusan bir kuvveti geri püskürtmesi oldu. Daha sonra Saruhan oglu Süleyman Bey'le birleserek 276 gemi ile Yunanistan ve Mora üzerine sefer düzenleyen Gazi Umur Bey, bu seferden pek çok esir ve ganimetlerle Izmir'e döndü (1335). Bu sirada Anadolu Selçuklu Devleti üzerine nüfuzu süren Ilhanlilar'in hükümdari Ebu Said Bahadir Han'in ölümü (1335) üzerine diger beylikler gibi Aydinoglu Beyligi de bagimsizligina kavustu.

Umur Bey, Aydin iline yakin olan Filadelfiya (Alasehir)'yi kusatarak teslim olmaya mecbur etti. Bunun üzerine Bizans Imparatoru III. Andronikas, Alasehir meselesini halletmek ve Midilli adasini isgal eden Foça valisi Dominique'i tedib etmek amaciyla istanbul'dan yola çikti. Imparator seksen dört parça donanma ile Midilli'ye asker çikartilmasini emretti ve kendisi de Foça'yi muhasaraya basladi (1336). Basari elde edebilmek için Saruhan ve Aydinogullarindan yardim isteyen Imparator Andronikos, Midilli ve Foça'yi Cenevizlilerden aldi. Bu sefer sirasinda Imparator Sakiz adasini Umur Bey'e verdi ve o da Alasehir halkindan vergi almaktan vazgeçti. Böylece gelisen Bizans ile Aydinogullari arasindaki dostluk iliskileri devam etti. Nitekim bir sene sonra baslayan Arnavut isyaninin bastirilmasinda Umur Bey'in büyük yardimi görüldü (1337). Bunun müteakip senelerde kardesi Hizir Bey ile birlikte Adalar ve Yunanistan üzerine seferler düzenlenmistir. Daha sonra Karadeniz'e geçen Gazi Umur Pasa Kili ve Eflak seferlerine katilmistir (1338-1340).

Bu sirada Bizans tahtinda degisiklik olmus, ölen Imparator Andronikus'un yerine geçen oglu Jean'in yasi küçük oldugundan Umur Bey'in dostu Kontakuzenos ona vasi tayin edilmisti. Ancak çok geçmeden rakiplerinin muhalefetiyle karsilasan Kontakuzenos Dimetoka'da Imparatorlugunu ilan ederek Umur Bey'den yardim istedi. Umur Bey, 1342 yili sonlarinda 380 gemiden olusan donanma ve yirmidokuz bin kisilik ordusu ile Trakya kiyilarinda Meriç Nehri agzina geldi. Ancak kis mevsiminin gelmis olmasi sebebiyle daha fazla ilerleyemeden Izmir'e dönmek zorunda kaldi. Ertesi yil tekrar Rumeli sahillerine gelen Umur Bey, Selanik ve Trakya taraflarini yagmaladi ve kesin bir netice alamadan geri döndü (1343-1344).

Umur Bey'in bu derece güçlenmesi ve Ege denizinde serbest hareket etmesi Dogu Akdeniz adalarinda bulunan latinleri korkuttugundan Papa'yi kiskirtarak bir haçli seferi düzenlenmesini istediler. Ayrica Bizans Imparatoriçesi Anna da Papa'ya basvurarak Umur Bey maglup edilecek olursa Ortodoks ve Latin kiliselerinin birleseceklerini vadetti. Böylece Papa donanmasiyla, Venedik, Kibris, Cenova ve Rodos gemilerinden olusan Haçli donanmasi Izmir'i kusattilar. Bu sirada Rumeli seferinden dönen Umur Bey, ilk haçli kuvvetlerini yendi ise de ikinci taarruz karsisinda geri çekilmek zorunda kaldi. 1344'de Türk donanmasi yakildi ve Latinler (Venedik, Rodos, Kibris) Izmir'in kiyi sehrini ele geçirdiler. Müslüman Izmir'e çekilmek zorunda kalan Umur Bey, Saruhan Bey'in tavsiyesiyle Latinlerle bir mütareke yapti.

Donanmmasini kaybeden Umur Bey, deniz faaliyetini ve dolayisiyla ticaretini de kaybetmisti. Bu durumda hem ganimet elde etmek, hem de dostu Kantakuzen'e yardim etmek üzere kara yoluyla Saruhan ili topraklarindan geçmek için Saruhan Bey'den izin aldi. Ayrica Saruhanoglu Süleyman ve Karesioglu Süleyman Beylerle birlikte yirmi bin kisilik kuvvetle Çanakkale Bogazi'ndan Rumeli tarafina geçti (1345). Burada bazi savaslar yapildi ve Istanbul üzerine yürüdü ise de bir sonuç alinamadi. Ayrica Saruhan oglu Süleyman Bey'in hummadan ölmesi üzerine Umur Bey müslüman Izmir'e dönmek mecburiyetinde kaldi.

Bu sirada Papa VI. Clement hiristiyan hükümdarlari izmir üzerine yürümeye tesvik ediyordu. Bunlardan Latin kuvvetlerinin kumandani Viennois dükü Humbert Dauphin Izmir'e bir çikarma hareketi yaptiysa da Umur Bey ve kardeslerinin mukavemeti sayesinde netice alamadi (1346). Humbert'in yardim kuvveti almak için Rodos'a gitmesinden yararlanan Umur Bey'in sahil Izmir'i tazyik etmesi ve Papa'dan beklenen yardimin gelmemesi üzerine iki taraf arasinda baris yapildi (1347). Daha sonra Ayasuluk'taki Aydinoglu donanmasinin faaliyete baslamasiyla Rodos sövalyelerinin ticareti aksadi. Sövalyelerin uzlasmaya taraftar olmalari ve Izmir'i verip karsiliginda bazi imtiyazlar istemeleri hüsn-i kabul gördü ise de diger müttefiklerin itirazlari üzerine Papa bu antlasmayi onaylamadi. Bunun üzerine Gazi Umur Bey bütün kuvvetleriyle Izmir üzerine saldirdi. Ancak askerini cesaretlendirmek için ön saflarda savasirken sehit düstü (1348). Kabri Birgi'deki Aydinogullari türbesindedir. Onsekiz yasindan itibaren yirmi bir sene içinde yirmi alti gazaya istirak eden ve otuzdokuz yasinda hayata gözlerini yuman Gazi Umur Pasa'nin bu akibeti ordu arasinda büyük sarsintilar dogurmus, hatta kusatma kaldirilmisti.

Izmir kusatmasi sirasinda Umur Bey'in sehadeti üzerine Ayasulug emiri bulunan büyük kardesi Hizir Bey, Aydinogullari Beyligi'ne Ulubey, yani hükümdar oldu. Ancak Umur Bey'in gayret ve mukavemeti bu devirde görülmedi. Bu sebeple Hizir Bey, Latinlerle çok agir sartlar tasiyan bir antlasma imzalamak zorunda kaldi (18 Agustos 1348). Bu anlasmaya göre; Aydin ili iskelelerinde alinan gümrük vergisinin yarisi Latinlere birakiliyordu. Aydinogullari deniz kuvvetleri silahtan tecrid ediliyor ve gemiler karaya çekiliyordu. Hiristiyan gemilerinin Aydin beyligi iskelelerine serbestçe girip-çikabilmelerine izin verildigi gibi kazaya ugrayan gemilerin kurtarilmasini emrediyordu. Aydinogullari, beyligi idaresinde yasayan hiristiyan ahalisine iyi muamele edecekler, buna karsilik hiristiyanlar da Türklere hiçbir zarar vermeyeceklerdi.

Müttefik devletler Aydinogullari Beyligi nezdinde kaza hakkini haiz bir konsoloslar bulunduracaklardi. Bu konsoloslarin görevi, müttefik hiristtiyan tab'a ile müslümanlar arasinda çikacak anlasmazliklari mahalli beye danisarak halledeceklerdi.

Aydinogullari, müttefiklerinin dostuna dost, düsmanina düsman olacaklardi.

Aydin beyi Hizir bey ile Venedik Cumhuriyeti, Kibris Kralligi ve Rodos sövalyeleri reisi arasinda imzalanan ve Papa'nin tasdikinden geçen bu antlasmanin asli bir giris ve yirmi maddeden olusmaktadir.

Bu anlasma Aydinogullarinin denizlerdeki faaliyetlerini durdurmus ve beyligin giderek gücünü kaybetmesine sebep olmustur. Ayrica 1351 yilinda ayni sartlari havi bir antlasma da Cenevizliler'le imzalanmis ve bu imtiyazlar iki rakip olan Venedikliler'le Cenevizliler'in bölge ticaretini de ele geçirmelerini saglamistir.

XIV. yüzyilda kapitilasyon mahiyetini tasiyan bu antlasmalari imzalayan Latinler, Dogu ticaretine ne derece önem verdiklerini göstermis oluyorlardi.

Hizir Bey devrinde meydana gelen olaylar hakkinda kesin bilgi bulunmamaktadir.


2- Aydinogullari Beyliginin Osmanli Idaresine Girmesi

a-Isa Bey Devri (1360-1390)

Aydinoglu Mehmed Bey'in Bodemya (Ödemis) emiri yaptigi Ibrahim Bahadir Bey, Umur Bey'den önce; Tire emiri Süleymansah'da 1349'da vefat etmisti. Böylece Mehmed Bey'in besinci ve en küçük oglu olan ve Fahreddin lakabiyla da bilinen Isa Bey, Hizir Bey'den sonra Aydinogullari hükümdari oldu.

Isa Bey devrindeki olaylar tam olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi büyük ölçüde zikre deger önemli olaylar olmamasindandir. 1371'de Venedik ile daha önce imzalanan antlasma yenilendi. Bu dönemde Rumeli ve Anadolu'da topraklarini genisleten Osmanlilarla olan iliskilerinde dostane oldugu anlasmaktadir. Nitekim I. Murad'in ogullarindan Yakup ve Bayezid Çelebilerin sünnet merasimlerine diger beyliklerin yanisira Aydinogullari Beyliginin temsilcileri de istirak etmistir. Yine Bayezid Çelebi'nin Bursa'da yapilan evlenme dügününe hediye yollayan beyler arasinda Aydin Beyi'nin de adi geçmektedir. Ayrica Osmanli Devleti ile Aydinogullari arasinda askeri bakimindan da yardimlasildigi görülmektedir. Deniz hakimiyeti ellerinden çikan, dolayisiyla gaza, cihad ve ganimet yolu kapanan kiyi beylikleri Osmanlilar'in Rumeli fetihlerine katildilar. Nitekim Murad Hüdavendigâr'in Kosova muharebesine (1389) gittigi zaman Anadolu beylerinden sagladigi yardim kuvvetleri arasinda Isa Bey'in kuvvetleri de bulunuyordu. I. Murad'in savas alaninda sehit olmasi üzerine Osmanli tahtina geçen Yildirim Bayezid, kardesi Yakup Bey'i katledince Anadolu'daki beyliklerin muhalefetiyle karsilasti. Özellikle Karamanogullarinin tesvikiyle gelisen düsman grup arasinda Aydinogullari Beyligi de vardi. Yildirim Bayezid Rumeli'de düzeni sagladiktan sonra Bursa'ya geldi ve hazirliklarini tamamlayarak Alasehir üzerine gitti. Aydinogullari himayesinde bir Rum sehri olan Alasehir 1390'da Osmanli idaresine girdi ve bunun üzerine Aydinoglu Isa Bey bagliligini bildirdi. Böylece Aydinoglu'na ait topraklar Osmanlilara geçerek hutbe ve sikke Bayezid adina kabul edildi (1390). Isa Bey Beyligi'nin merkezini Ayasulug'tan Tire'ye tasidi. Nitekim Yildirim Bayezid'in Venedik elçisi Franciscus Quirino ile imzaladigi 21 Mayis 1390 tarihli ticaret antlasmasindan Ayasulug ve Balat'in Osmanli hakimiyetinde oldugu görülmektedir. Yildirim Bayezid, ayrica Isa Bey'in kizi Hafsa Hatun ile evlenerek iki taraf arasinda akrabalik baginin kurulmasini sagladi. Aydinoglu Isa Bey'in ne zaman öldügü kesin olarak bilinmemekle beraber, Ankara savasindan önce öldügü anlasilmaktadir. Kabri, Birgi'de babasinin türbesindedir.

Aydinogullari Beyligi'nin Yeniden Canlanmasi:

a- Timur ve Aydin Beyligi

Ankara Savasi'ni kazanarak Anadolu'daki Osmanli hakimiyetine büyük bir darbe indiren Timur, kendisine siginan diger beyleri kendi topraklarinin basina gönderdiginde Aydinogullari da eski bölgelerinde yeniden hakimiyeti ele geçirdiler. Böylece Aydin ilinin Yildirim Bayezid taraffindan Osmanli mülküne katilmasindan Ankara Savasi sonrasindaki serbest kalisina kadar (1390-1402) geçen zaman zarfi içinde 12 sene Aydinogullari Beyligi için saltanat fasilasi olarak kabul edilmistir.

Timur tarafindan ülkeleri kendilerine geri verilen eski hanedanlar arasinda Isa Bey'in oglu Musa Bey ile II. Umur Bey de bulunuyordu. Musa Bey'in çok geçmeden ölmesi (1403) üzerine Umur Bey beyligin idaresini ele aldi.

b- II.Umur Bey Devri (1403-1405)

II.Umur Bey devri, kardesogullari arasindaki beylik mücadelesiyle geçti. Umur Bey'in Ayasuluk'ta bulundugu dönemde, amcasinin oglu Cüneyd Bey de Izmir Bey'i idi. Umur Bey'den hakimiyeti almak isteyen Cüneyd Bey Ayasuluk üzerine hareket etti. Umur Bey'in sehri terketmesi üzerine burasi Cüneyd Bey'in eline geçti. Ayrica Cüneyd Bey, Osmanli Devleti'nin Fetret Devrinde Rumeli'ye hükmeden Süleyman Çelebi'ye baglilik ve dostluk haberlerini göndererek yardim istedi. Sülayman Çelebi'den para yardimi gören Cüneyd Bey çok geçmeden Ayasuluk'a sahip oldu. Bundan iki sene sonra Umur Bey, akrabasi olan Mentese Beyi Ilyas Bey'den yardim istedi. Ilyas Bey, bütün kuvvetlerini toplayarak Umur Bey'le birlikte Ayasuluk'u kusatti. Bu sirada Cüneyd Bey Izmir'de bulunuyordu ve Ayasuluk''un idaresi de kardesi Karasubasi Hasan'in elinde idi. Sehir uzun süre kusatmaya dayanamadi ve Ilyas Bey'in sehri atese vermesi üzerine teslim oldular. Böylece Umur Bey, yeniden topraklarina sahip oldu. Ancak çok geçmeden Cüneyd Bey Ayasuluk'u muhasara etti. Nihayet iki taraf arasinda anlasma saglandi ve Cüneyd Bey Umur Bey'in kiziyla evlenerek bilfiil ülkenin idaresini ele aldi. Bundan sonra Osmanlilarla baslatilan dostluktan vazgeçildi. Böylece Cüneyd ve Umur Beyler birlikte hareket ederek Salihli ve Nif taraflarini topraklarina katti. Bu sirada Umur Bey vefat ettii ve babsinin Birgi'deki türbesine gömüldü (1405). Cüneyd Bey ise, bu suretle Aydinogullari Beyliginin tek hakimi oldu.

c- Cüneyd Bey Devri

Ibrahim Bahadir Bey'in oglu olan Cüneyd Bey Ayasuluk'a yerlestirten sonra Yildirim Bayezid-Timur mücadelesi neticesinde Osmanogullari arasinda basgösteren taht kavgalari sirasinda Aydin-Ili'ndeki mevkiini saglamlastirmak için bazi mücadelelere giristi. Nitekim, Mehmed Çelebi ile mücadele eden Isa Çelebi Cüneyd Bey'e sigindi. Cüneyd Bey, Menteese ve Saruhan Beylerin de yardimini saglayarak Isa Çelebi'yi müdafaa etmeye çalismissa da Çelebi Mehmed'in galip gelmesi üzerine Cüneyd Bey onun hakimiyetini tanimak zorunda kaldi. Böylece beyliginin basinda kalabilen Cüneyd Bey, daha sonra Süleyman Çelebi ile çatisti. Süleyman Çelebi, Çelebi Mehmed'in Bati Anadolu'da harekat düzenlemesi üzerine Edirne'den Aydin-Ili taraflarina geldi. Cüneyd Bey, Karaman ve Germiyanogullarinin destegini alarak Süleyman Çelebi'ye sigindid ve onunla birlikte Rumeli'ye geçti. Burada Ohri valiligine tayin edilen Cüneyd Bey, Süleyman Çelebi'nin Musa Çelebi tarafindan bertaraf edilmesi üzerine tekrar Aydin bölgesine gelerek Ayasuluk'u ve beyligini yeniden ele geçirdi. Çelebi Mehmed Musa Çelebi'yi yenip (1413) Osmanli ülkesinde birligi sagladiktan sonra Bergama'ya geldi ve Cüneyd Bey üzerine yürüdü. Kiyma, Kayacik ve Nif kalelerini alarak Izmir'i kusatti. Çelebi Mehmed ile savasmayi göze alamayan Cüneyd Bey, bagliligini bildirerek Izmir'i teslim etti (1415). Buna karsilik Cüneyd Bey, Nigbolu sancakbeyligine tayin edildii.

Bir müddet sonra Eflak'ta ortaya çikan ve Yildirim Bayezid'in oglu oldugunu iddia eden Düzmece Mustafa'ya katildi ve onunla isbirligi yapti (1419).

Çelebi Mehmed, her ikisini de takip ettiginden Selanik'e kaçtilar. Bu dönemde Selanik Bizans'a tabi idi. Çelebi Mehmed'in istegi üzerine Bizans Imparatoru Düzmece Mustafa'yi Limni adasinda, Cüneyd Bey'i de Istanbul'da bir manastira hapsetti.

II. Murad zamaninda, Bizans Imparatoru her ikisini de serbest birakarak Osmanli Devletine karsi çikardi. Ancak II. Murad'in Cüneyd Bey'e Aydin-Ili'ni vadetmesiyle mesele halledildi (1422). Böylece tekrar ülkesine dönen Cüneyd Bey, Izmir halki tarafindan çok iyi karsilandi. Daha sonra Ayasuluk üzerine giderek burasini aldi. Böylece çok geçmeden evvelce sahip oldugu topraklara yeniden sahip oldu. Ancak burada rahat durmayan ve etrafina müttefikler toplamaya çalisan Cüneyd Bey'in bu hareketleri II. Murad'in sefer düzenlemesine sebep oldu (1424). Osmanli ordusu Cüneyd Bey'in oglu Kurt Hasan'i Akhisar'da yendi ve Cüneyd Bey Sisam adasinin karsisindaki Ipsili kalesine sigindi. Uzun bir kusatmadan sonra Cüneyd Bey teslim oldu ve ailesiyle birlikte idam edildi (1426). Böylece Aydinogullari Beyligi son buldugu gibi, Aydin-Ili bölgesi de Osmanli idaresine girmis oldu.


Sosyal ve Ekonomik Hayat

XIV. yüzyilin baslarinda kurulan ve Umur Bey zamaninda gücünü arttiran Aydinogullari Beyligi'nin tarihi gelismesinde büyük rolü olan denizciligin ekonomik hayatin gerçeklesmesinde de önemli rol oynadigi görülmekttedir. Güçlü bir donanmaya sahip olan Umur Bey, zaman zaman Ege Denizi'ndeki adalari akinlarda bulunarak onlari kendisine bagliyordu. Nitekim, Bozcaada, Sakiz adasi, Semadirek, Yunanistan kiyilari ve Mora'ya düzenledigi seferler sonucunda pek çok ganimet ve esir elde etmisti. Böylece oldukça zengin bir duruma geldigi anlasilan Aydinogullarinin, daha kurucusu Mehmed Bey zamaninda sahip oldugu varlik sayesinde Ibn-i Batuta tarafindan da methedildi. Bu seyyah Aydinoglu Mehmed Bey'in Bozdag'daki sayfiyesini ve Birgi'deki sarayini gezmisti. Sarayin birçok merdivenlerden çikilan salonunun ortasindaki havuz ve sarayin sahip oldugu konfor hakkindaki bilgiler, Aydinogullarinin zenginligi ve hayat seviyelerinin yüksekligi hakkinda bir fikir vermektedir.

Söhreti her tarafa yayilan Gazi Umur Bey, basarili seferleri yaninda Bati ile ticarî iliskilerini gelistirmis ve ona ait jilyati (Gifliati) tarzindaki paralar her iki tarafin alisverisini kolaylastirmada önemli rol oynamistir. Umur Bey devri, deniz asiri fetihlerle elde edilen ganimetlerin getirdigi zenginlik yüzünden Aydinogullari Beeyligi'nin ekonomi, askerlik, siyaset ve fikir alanlarinda önemli gelismelerinin saglandigi Yükselme devri olarak kabul edilir.

Umur Bey devrinde pek çok sosyal muhtevali tesisler kuruldugu Osmanli tahrir defterlerinden anlasilmaktadir. Umur Bey bölge topraklarinin düzenli tahrirlerini yaptirmis, arazi ve mülk sahiplerine beratlar vermisti. Kendisi ise Birgi, Keles ve Alasehir'de cami, mescid ve medrese gibi birçok vakiflar kurmus, kizlari da cami, dârü'l-huffâz, çesme ve su kemeri gibi hayir isleri yaptirmislardi.

Aydinogullari, Aydin ilinin bütün iskelelerinde ticari kontrolü ellerinde bulunduruyorlar ve gümrük resmi aliyorlardi. Bölgede ticari vekalet halinde bulunan Venedik ve Ceneviz, Aydinogullari Beyligi'nin gücünü kaybettigi Hizir Çelebi zamaninda imzaladiklari antlasmalarla pek çok haklar elde ettiler. Kapitilasyon mahiyetini tasiyan bu antlasmalarin beyligin ekonomik hayatini menfi olarak etkiledigi görüldü.

Bölgede ticaretin oldukça faal oldugu, Menderes nehri üzerinden yapilan nakliyeden anlasilmaktadir. Nitekim Menderes üzerinde isleyen gemi ve sandallarla ipek, ipekli kumaslar, zahire, susam, balmumu, meyankökü, palamut, islenmis deri, hali gibi maddeler dis memleketlere tasiniyordu. Ayasuluk'ta bulunan Italya tüccarlarin antrepolari önemli bir merkez görevi yapiyordu. Bati Anadolu kiyilarindan adalara, Avrupa'ya ve Misir'a ihraç edilen mallara karsilik kumas, seker, kalay, kursun gibi maddeler ithal ediliyordu.

Aydinogullari Latinlerle yaptiklari ticaret münasebetiyle Jilyati (Gigliati) sikkeleri kullandiklari gibi Islamî sikkeleri de kullanmislardi. Bundan baska islamî geleneklere uygun olarak I.Umur Bey'in bakir sikkesi, Isa, Musa ve Cüneyd Beylerin gümüs sikkeleri bulundugu görülmektedir.

5- Ordu ve Donanma

Bir kiyi beyligi olan Aydinogullari Beyliginde kara ordusu yaninda güçlü bir donanma bulunuyordu. Kara ordusu, Anadolu Selçuklularindaki ve diger beyliklerdeki teskilâta sahipti. Kumandanlarina subasi deniliyordu. Harp silâhi olarak ok ve yay, kiliç, kargi, balta, nacak, kalkan, çevsen, kale delmek için makkab, kaleye tas ve gülle atmak için mancinik ve kaleye girmek için merdiven kullanilirdi. Aydinogullari Beyligi'nin XIV. yüzyilin ilk yarisinda ordu mevcudu yetmis bin civarinda idi.

Aydinogullarinin Ege sahillerine ulasmalari onlari güçlü bir donanmaya sahip olmaya mecbur etti. Ayasuluk ve Izmir tersanelerinde insa edilen donanma ile Karadeniz'e kadar çikmis ve Eflâk üzerine sefer düzenlenmisti. Umur Bey'in 1333 yilinda Yunanistan'a yaptigi seferde ise 300 geminin bulunmasi denizciligin ne derece gelistigini göstermektedir. Aydinoglu Umur Bey'in Adalar'a Mora'ya, Rumeli'ye ve Karadeniz'e düzenledigi deniz seferleri Bizanslilari son derece ürkütmüstü.

Aydinogullari Beyligi donanmasinda kadirga esas harp gemisi çesidini teskil ediyordu. Umur Bey, Izmir'in fethinden sonra yaptirdigi büyük bir kadirgaya "Gazi" adini vermisti. Bu kadirgada yesil renkli bir bayrak vardi. Donanmada savasçi olarak arab denilen yaya sinif bulunuyordu.

Bati Anadolu'da kurulan Beylikler arasinda denizciligini en ileri götüren hiç süphesiz Aydinogullari Beyligi olmustur. Aydinogullari Denizciliginin yildizi Umur Bey'le birlikte parlamis ve yine onunla birlikte sönmüstür.

İlmî ve Kültürel Faaliyetler

Aydinogullari Beyleri ilim adamlarina yüksek itibar göstermisler ve o devirdeki fikir hareketlerinin gelismesine yardimci olmuslardir. Aydinoglu Mehmed Bey, bizzat kendisi ilimle mesgul olmus ve o devrin ünlü alimi IbnGi Melek'ten ders almistir. Yaptirdigi cami ve medresesine pek çok kitap vakfetmistir. Ibn-i Battuta, Mehmed Bey'i ziyaret ettiginde, sultanin ilim adamlarina gösterdigi itibari bizzat görmüstür.

Aydinoglu Mehmed Bey adina bazi kitaplar tercüme ve ona ithaf edilmistir. Bunlardan Sa'lebi'nin (Ö1.427/1036) Arâisü'l-Mecâlis adli arapça peygamberler tarihi, Kisas-i Enbiya adiyla tercüme edilmistir. Ayni zat yine Mehmed Bey adina farsça olan Tezkire-i Evliya'yi tercüme etmistir. Ancak bu eserlerini kimin tercüme ettigi tesbit edilememistir. Umur Bey adina da bazi eserler tercüme edilmistir. Mesud b. Ahmed'in Kelile ve Dimne, Süheyl ü Nevbahar adli bu seerler Umur Bey'in emriyle Türkçeye çevrildi. Yine Ibn-i Baytar'in Camiu Müfredâtü'l-edviye ve'l-agdiye adli eseri Umur Bey'in emriyle tercüme edildi.

Aydinoglu Isa Bey de kendi alim oldugu gibi alimleri de himaye etmistir. Onun adina Haci Pasa (Hizir b.Ali) adli ünlü tabib Sifâü'l-eskâm ve Devâü'l-âlâm adiyla Arapça bir tip kitabi telif etmis, Kadi Beyzavi'nin Tavalî adli eserine yine serh yazmistir.

Isa Bey adina Yusuf b. Muhammed adli bir zat tarafindan Kesfu'l-esrâr alâ lisani't-tuyûr ve'l-esrâr adli eser Arapçadan farsçaya tercüme edilmistir. Yine Yakup b. Mehmed bir Husrev ü Sirin tercümesini Isa Bey'e ithaf etmistir. Aydinoglu Isa Bey'in ilim ehline gösterdigi iyi muamele ve himayenin bir baska örnegi müslüman olmadigi halde Bizans'tan kaçarak kendisine siginan ünlü Bizans Tarihçisi Dukas'in alim olan büyük babasina gösterdigi lütüfkâr davranislardir.

Aydinogullari devrinde kaleme alinan eserler konusunda tesbit edilebilenler dahi beyligin ilim ve kültür alaninda kaydettigi gelismeyi göstermeye yetmektedir.

7-İmar Faaliyetleri:

Aydinogullari Beyligi'nin yerlesim merkezlerinden olan Birgi, Tire ve Ayasuluk (Selçuk)'ta bugüne intikal eden mimari eserler bulunmaktadir. Bunlardan Birgi'de Mehmed Bey'in Ulu Cami medrese (712/1312) türbesi (734/1334), Tire'de Aydinoglu Süleyman Sah Türbesi (750/1349), Alihan Medresesi (755/1354) Ibn-i Melek medresesi, Debbaghane Mescidi, Aydinoglu Isa Bey Çesmesi, Ayasuluk'ta Aydinoglu Isa Camii (776/1375) en önemlileridir. Bunlardan baska Ayasuluk'taki Gazi Umur Bey'in kizi Azize Hatun imareti ile Izmir'de Cüneyd Bey imareti bulunmaktadir.

Bu eserlerden özellikle Ayasuluk'taki Isa Bey Camii pek kiymetli mimari eserlerden olup mermer isletmeciliginin ve agaç oymaciliginin saheseri sayilmaktadir.

Alaiye Beyliği

Alaiye Beyliği




Ortaçag'da, Anadolu'nun Akdeniz kiyilarinda önemli liman kentlerinden birisi olan Alâiye (bugünkü Alanya)'de Karamanogullari'na bagli olarak kurulan bir beyliktir. Frank ve Bizans kaynaklarinda Kalanoros (Kandalar) ismiyle geçen Alâiye(Alanya) Anadolu Selçuklu Sultani I. Alâaddin Keykubad tarafindan 1223 yilinda fethedilmis ve sultanin adina izafeten bu adla anilmistir. Sultan Alâaddin Keykubad ilk Selçuklu tersanesini bu kentte kurmus ve bugün bile bütün görkemiyle ayakta duran surlarini yaptirmistir.

1- Alâiye Beyligi'nin Kurulusu

a) Mecdüddin Mahmud (1293-?)

Alâiye, Türkiye Selçuklu Devleti'nin son yillarinda Karamanogullari'ndan Mecdüddin Mahmud Bey tarafindan ele geçirildi (1293). Bu tarihten sonra Alâiye ve çevresinde Karamanogullari'na bagli beyler hüküm sürdü Mecdüddin Mahmud Bey, Alâiye'nin fethinde büyük yardimlarini gördügü Memlûk Sultani Melikü'l-Esref Selahattin Halil'e tabiiyetini arzetmis ve hutbeyi onun adina okutmustur.

Kibris Krali II. Henri, Alâiye'nin Karamanogullari'nin eline geçmesinden faydalanarak ayni yil içerisinde Alâiye üzerine yürüdü. Ancak Kibris sövalyelerinin bu saldirisi siddetli bir savunma sonucunda neticesiz kaldi. Böylece bu tarihten itibaren Alâiye ve çevresine Karamanogullari'na bagli beyler hakim oldu. Alâiye beyleri burada önce Karamanogullari'nin bir kolu olarak, daha sonra da Memlûklu Devleti'nin hakimiyeti altina girerek hüküm sürdüler.

b) Yusuf (1330-1337)

Alâiye Beyligi'ni kuran Mecdüddin Mahmud Bey'in hangi tarihte vefat ettigi ve yerine kimin geçtigi bilinmemektedir. Ancak kaynaklarin ifadesinden 1330-1337 yillari arasinda beyligin basinda Yusuf Bey'in bulundugu anlasilmaktadir.

Alâiye Beyligi'nin kurucularinin Selçuklu sultaninin kizinin ogullarindan geldigi seklindeki rivayet ise henüz ispat edilememistir. 1333 yilinda Alâiye'ye gelen Seyyah Ibn Battuta, burasinin Türkmenler ile meskûn oldugunu, ayrica Misir ve Suriyeli tüccarlarin bulundugunu belirtmektedir. Ibn Battuta bu kentin Karamanogullari'ndan Yusuf Bey tarafindan yönetildigini de söylemistir.

c) Semseddin Mahmud (1337-1352)

Alâiye Beyligi Yusuf Bey'den sonra Mecdüddin Mahmud Bey-zâde Bedreddin Bey'in oglu Semseddin Mehmed Bey'in idaresine geçti. Semseddin Bey'in 1352 yilinda ölümünden sonra ise Alâiye Beyligi'nin basina Yusuf Bey'in oglu Alâaddin Bey getirildi. Alâaddin Bey 12 yil kadar beylik yaptiktan sonra 1364 yilinda vefat etti.

d) Hüsameddin Mahmud

Alâaddin Bey'in ölümünden sonra yerine Hüsameddin Mahmud Bey geçti. Hüsameddin Mahmud Bey hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak onun, Alâiye'nin en eski hükûmet merkezi olan Oba'nin Gülefsan mahallesinde bir cami yaptirdigi bilinmektedir. Cami harap bir halde olmasina ragmen kitabeleri günümüze kadar saglam kalmistir. Bu kitabeden Mahmud Bey'in 1373 yilinda hayatta ve Alâiye beyliginin basinda bulundugu anlasilmaktadir.

Alâiye ve çevresinde Karamanogullari hakimiyeti XIV. yüzyilin ikinci yarisinda da devam etti. Nitekim 1366 yilinda Kibris Krali Pierre, Alâiye'yi zabta tesebbüs etti ise de, Karamanogullari'nin yardima gelmesi üzerine sehir Türkler elinde kaldi.

e) Savci

Hüsameddin Mahmud Bey'in ölüm tarihi kesin olarak belli degildir. Oba'da babasinin türbesinde gömülü oldugu bilinmektedir. Onun ölümünden sonra Alâiye Beyligi'nin basina Semseddin-oglu Savci Bey geçti. Savci Bey döneminde Saruhan, Aydin, Mentese, Germiyan ve Karaman beylikleri Osmanli Sultani Bayezid tarafindan birer birer ele geçirildikleri halde Alâiye Beyligi müstakil olarak idare ediliyordu. Savci Bey tahminen 1423 yili civarinda vefat etti.


f) Karaman

Savci Bey'in vefatindan sonra yerine oglu Karaman Bey tahta geçti. Karaman b. Savci, Alâiye beyi olur olmaz Osmanli tehlikesine karsi kaleyi saglam bir sekilde tamir ve tahkim ettirdi. Bunun yaninda Osmanli tehlikesinin sehirde hissedilmeye baslamasindan sonra Misir Memlûklu Devleti ile de siki bir isbirligine girdi. Hatta Karaman Bey, Alâiye'yi 5000 dinar karsiliginda Memlûklular'a satti (1426). Böylece bu tarihten sonra Alâiye Beyligi Memlûklu devletinin nüfûzu altina girmis oldu. Ancak sehir, yine bu devlete tabi olarak Karaman beyi ve ogullari tarafindan bir valilik seklinde idare olunmaya devam edildi.

Memlûklu sultaninin 1440 yilinda Rodos'a karsi yaptigi seferde Misir donanmasi Alâiye limanina gelmis ve buradan Alâiye emirinin verdigi iki kadirga ile birlikte Rodos kusatilmis, ancak bir basari elde edilememistir.

Karaman Bey, Alâiye'yi Misir'a sattigi için eski hamileri Karamanlilar tarafindan devamli olarak baski altinda tutuluyordu. Karamanoglu Ibrahim Bey'in bu tehditlerine karsi Memlûklular'dan gerekli yardimi alamayan Savci b. Karaman, Osmanli Sultani II. Murad'la anlasarak Karamanoglu Ibrahim Bey'e karsi kendisine güçlü bir müttefik buldu. Ancak bu sirada Karaman Bey, Karamanoglu Ibrahim Bey'in tesvik ve hilesi ile kardesi Lütfi Bey tarafindan öldürüldü

g) Lütfi

Daha önce de belirttigimiz gibi Karamanogullari'nin tesviki ile agabeyini öldüren Lütfi (veya Latif) Bey bu suretle Alâiyye beyligini sürdürdü. Ancak Karaman Bey devrinde oldugu gibi, Lütfi Bey döneminde de beylik üzerindeki Karaman baskisi devam ediyordu. Iste bu sebeple Lütfi Bey de Osmanlilar'a yaklasmak zorunda kalmis, hatta bu amaçla kiz kardesini de vezir-i azam Rum Mehmed Pasa'ya vermistir. Karaman-oglu Ibrahim Bey, II. Murad'in vefatindan sonra, genç padisah II. Mehmed'in gençliginden cesaret alarak Osmanlilar aleyhine diger beyliklerle ittifak etmeye basladi. Bu sirada Osmanlilar'in müttefiki olan Alâiye Beyligi üzerine de yürüdü. Ancak Sultan II. Mehmed'in derhal Anadolu'ya girmesi üzerine Karamanoglu Ibrahim Bey baris yapmak ve Alâiye'den çekilmek zorunda kaldi.

Lütfi Bey'in beyligi çok kisa sürdü. O, 1455 tarihinde vefat etti. Yerine oglu Kiliç Arslan geçti.

h) Kiliç Arslan

Lütfi Bey'in yerine geçen Kiliç Arslan'in Lütfi Bey'in kardesi Ali Bey'in oglu oldugu da söylenmektedir. Kiliç Arslan beyligini devam ettirebilmek için komsulari ile birçok antlasmalar yapti. O, tehlikenin geldigi yöne göre siyasetini degistiriyordu. Kibris krali ile karsilikli bir saldirmazlik ve emniyet antlasmasi imzalamisti Kiliç Arslan, Osmanlilarin Karamanli ülkesini ele geçirmesiyle Karaman tehlikesinden kurtuldu ise de bu kez de Osmanlilar ile karsi karsiya geldi. Nitekim Fatih Sultan Mehmed çok geçmeden Rum Mehmed Pasa'yi Alâiye'nin fethi için görevlendirdi. Ancak Rum Mehmed Pasa'nin, Alâiye beyinin kizkardesi ile evli olmasi dolayisiyla bu kalenin fethine pek önem vermedigi anlasilmaktadir. Bunun üzerine Fatih, Gedik Ahmed Pasa'yi güçlü bir ordunun basinda Karaman illerinin kesin olarak Osmanli devletine baglanmasi ve Alâiye'nin fethi için görevlendirdi. Güçlü bir donanma ile de desteklenen Gedik Ahmet Pasa Alâiye ve çevresini fethetti (1471).

Alâiye ve çevresi bu tarihten sonra kesin olarak Osmanli hakimiyeti altina girdi ve burasi bir sancak olarak idare edildi. Alâiye'nin fethedilmesinden sonra Kiliç Arslan ve ailesine önce Gümülcine ve çevresi tîmâr olarak verilmis, ancak Kiliç Arslan tekrar beyligini ele geçirmek düsüncesiyle buradan Misir'a kaçmis, daha sonra da Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in yanina giderken yolda vefat etmistir.

Görüldügü gibi, Karamanogullari Beyligi'nin bir kolu olarak kurulan Alâiye Beyligi, önce Karamanlilar'a ve daha sonra da sirasiyla Misir Memlûklu Devleti ile Osmanlilar'a tâbi olarak varligini sürdürmüstür.

Alâiye sehri, beylikler döneminde Antalya'dan sonra bölgenin en islek pazar yeri durumundaydi. Alâiye'de gemi yapan tezgâhlar mevcuttu. Alâiye limanindan Misir, Kibris, Rodos ve diger devletlerle ticaret yapilmaktaydi. Buradan bilhassa kereste ihracati yapilirdi. 1403 yilinda Alâiye'ye ugrayan seyyah Busiko, Alâiye'nin çok zengin, halkin mali ve ticarî durumunun çok iyi oldugunu ve sehirdeki magazalarin her çesit esya ile dolu durumda bulundugunu söylemektedir.

8 Temmuz 2008 Salı

Anadolu Selçuklu'larda Kültür ve Teskilat

Anadolu Selçuklu'larda Kültür ve Teskilat


HAKIMIYET ALÂMETLERI

a. Baskent: Sultan, sarayinin, hükümet ve adliye teskilâtinin bulundugu bir merkeze sahip olmalidir.

b. Saray: Çok eski dönemlerden beri bütün Türk devletlerinde saray hakimiyet alâmeti olarak kabul edilmistir. Selçuklu sultanlarinin Kayseri, Konya, Aksaray, Tokat, Antalya ve Sivas'ta saraylari vardi.

c. Taht: Bazan serir kelimesiyle de ifade edilen taht-i saltanat, serir-i saltanat ve taht-i Süleymanî de denilen taht hükümdarlik sembollerindendi. Sultan I. Mesud ölümünden kisa bir süre önce oglu II. Kiliç Arslan'i Sultan ilân etti, diger ogullarini da melik unvaniyla baska vilayetlere tayin etti. Sultan Mesud bütün devlet erkâninin da katildigi törende tahttan inerek oglunu çikardi ve basina taç koydu.

d. Sancak ve bayrak: Saltan I. Alaeddin Keykubad'in sari renkte bayragi vardi.

e. Nevbet: Resmi bando takiminin saray veya hükümdarin çadiri önünde günde üç veya bes vakit konser vermesidir. Nevbet takimi seferde sultana refakat ederdi. Aksarayî II. Süleyman Sah'in günde üç, Ilhanlilar'a tabi Selçuklu sultanlarinin ise onlar gibi bes nevbet çaldirdiklarini söyler. IV. Kiliç Arslan ile Konya'da sultanligini ilan eden Cimri de beser nevbet çaldirmislardi.

f. Unvan ve lâkaplar: Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu I. Süleymansah kaynaklarda "emir" unvaniyla anilirdi. Daha sonraki hükümdarlarin çogu es-Sultanü'l-Muazzam ve es-Sultanu'l-a'zam ünvanini kullanilmislardir. Ayrica II. Süleymansah es-Sultanü'l-Kahir, I. Izzeddin Keykâvus Inanç Bilge Kutlu ve es-Sultanu'l-Galib unvanini kullanmislardir.

g. Çetr: Hükümdarlik alâmeti olarak kullanilan bir saltanat semsiyesidir. Anadolu Selçuklulari Abbasi halifelerine hürmetlerinden dolayi siyah renk, daha sonra II. Giyaseddin Keyhüsrev Sadeddin Köpek'in baskisiyla mavi renkte çetr kullanmislardir. Çetr çetrdâr adi verilen görevliler tarafindan tasinirdi.

h. Sikke: Diger devletlerde oldugu gibi para bastirmak da hakimiyet alâmetidir. Bilindigi kadariyla günümüze intikal eden en eski tarihli sikke I. Mesud'a aittir. Altin, gümüs ve bakir paralar Konya, Kayseri, Aksaray, Sivas, Malatya, Erzincan, Bayburt ve Kastamonu'daki darphanelerde basilmistir.

Büyük Selçuklular bir Türk-Islâm devleti olmak itibariyle diger müslüman Türk devletlerinde de degisik ölçülerde gördügümüz gibi eski Türk töre ve gelenekleriyle Islâmî unsurlarin kaynasmasindan olusan feodal bir yapiya sahipti.

Türk hakimiyet anlayisinin "devlet hânedan azalarinin müsterek mirasidir" ilkesini benimseyen Anadolu Selçuklu Devleti'nde tahta tevârüs için kesin bir kaide yoktu. Bunun sonucu olarak da gerek Sultanlarin ölümünde ve gerekse sagliklarinda saltanati ele geçirmek üzere girisilen taht kavgalari hiç eksik olmamistir. Hânedan azalarinin herbiri hayatini ortaya koymak suretiyle böyle bir mücadeleye her an katilabilirdi. Maglub oldugu takdirde ise hakkinda verilecek cezaya -ki bu genellikle yayinin kirisiyle bogmak seklinde olurdu- riza göstermek durumundaydi. Büyük Selçuklular'in bütün tarihleri boyunca devam eden taht mücadelelerine halk seyirci kalmistir. Halkin taht kavgalarinda bî-taraf kalmasi, muhtemelen "hükümdari Tanri tayin eder" seklinde ifadesini bulan eski bir inançtan kaynaklaniyordu. Emir ve kumandanlar ise özellikle fetret devri saltanat mücadelelerinde kendi çikarlarini esas almis ve ona göre taraf degistirmislerdir.

Sultanlarin sagliklarinda hânedan azalarindan herhangi birini veliahd tayin etmeleri ve biat almalari da tahta tevarüs için bir çözüm getirmemistir. Gerek sehzadeler ve gerekse hanedanin diger üyeleri, Sultanin, içlerinden birini veliahd tayin etmesini kendi mesru haklarina bir tecavüz olarak kabul etmisler ve tahtta hak iddia etmekten geri durmamislardir.

Anadolu Selçuklu sultanlarinin seçtigi veliahtler de çok defa kardesleri tarafindan tahttan uzaklastirilmislardir. Meselâ Sultan Mes'ud (1116-1155) II. Kiliç Arslan'i (1155-1192) tahta çikardi. Fakat kardesi Sahinsah bunu tanimadi.

Bu misallerden anlasildigi gibi veliahtlik hattâ bey'at hükümdar öldükten sonra hukukî degerini kaybediyordu. Zira hükümdarin ölümü ile birlikte kanunlar ve hukukî tasarruflar yeni hükümdar tasdik edinceye kadar hükümden düsmekte, hukukî mesnedden mahrum sayilmaktadir. Meselâ Osmanlilar'da yalniz memur ve askerin berati degil, her türlü vesika tahta çikan Sultan tarafindan yenilenirdi. Bu sebeple her cülûsta ülkenin yeni bastan tahriri prensip olarak kabul edilmistir.

Anadolu Selçuklulari'nda II. Kiliç Arslan 'a karsi ogullarinin baslattigi isyanda gördügümüz gibi bazi hallerde kardesler tahtin islerinden birine tahsis edilmesini kabul etmezlerdi. Onlar veliahd tayinini kendi haklarina bir tecavüz saymaktaydilar. Zira her biri "kut"un kendilerine bagislandigina, Allah'in inayetiyle tahta geçmeye namzet olduklarina inanirlardi. Netice olarak diyebiliriz ki, Türk devletlerinde veliahtlik saltanata tevarüste bir usul olarak yerlesmemistir. Hanedan azalarinin hâkimiyete müstereken sahip oldugu ve hükümdari Allah'in seçtigi seklindeki gelenek çok kuvvetliydi.

Türklerde hükümranlik hakkinin karizmatik vasfi, birden fazla sahsin ayni devlet idaresinde ve ayni kudrette Tanri bagisi (kut) ile donatilmis olmasina imkân vermez. Karizma (Kut')nin kan vasitasiyla babadan (Hatun'dan dogan) ogullarin hepsine intikal ettigi inanci dolayisiyla hükümdarin ölümünden sonra evlâtlar arasinda vukua gelen taht mücadelelerinde içlerinden biri tam basariya ulasamadigi takdirde (kut'a nail olamadiginin anlasilmasi halinde) devlet parçalanmaktadir. Yani Türk devletlerinin merkeziyetçi bir karakter tasimasi bizatihî onlarin varliklarini, kudret ve ihtisamlarini sürdürmeleriyle yakindan alâkalidir.

Büyük Selçuklular'da bilfiil isyana girismeyen bir hanedan mensubunun saltanatta hak iddia edebilir diye idam edildigine rastlamiyoruz. Buna karsilik Anadolu Selçuklulari'nda ve Osmanlilar'da kardes katline rastlamaktayiz. II. Kiliç Arslan, 1155'de tahta çiktigi zaman kendine rakip gördügü ortanca kardesini bogdurtmustu. II. Giyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) de bir oglu olunca hapisteki kardesini idam ettirmisti. Bunlar Büyük Selçuklular'da ve diger Türk devletlerinde de gördügümüz gibi Türkler'deki eski bir gelenege dayanarak yay kirisi ile idam edilmistir. Hanedandan olanlarin kani dökülmeden yayinin kirisi ile bogulmasi hükümdarin kutsî bir mense'den geldigi telâkkisi ile ilgilidir. Bu gelenek çok eski zamanlardan beri mevcuttur. Mezkûr telâkkî onlarda esasen var olan kan taassubu inanci ile de birleserek hükümdar ailesine mensup olanlarin kanlarinin dökülmemesi âdetini dogurmustur. Türk ve Mogollar'in Islâmî devirde bile bu eski Paganizm âdetini yasatmalari gayet tabiîdir. Ok ve yayin eski Türk hayatindaki ehemmiyeti düsünülürse öldürme sekilleri arasinda "yay kirisi ile bogma"nin en eski sekil oldugu söylenebilir. Türkler'in paganizm devrindeki dinî-sihrî itikadlarina, onlara bagli hukukî telâkkilere istinad eden kan dökmeme âdetine Büyük Selçuklular'da da tamamen riayet edildigini görmekteyiz.

Anadolu Selçuklulari'nda sultan büyük-küçük tefrik etmeden ogullarindan birini veliahd tayin edebilir. Veliahtlik taht üzerinde hak iddia etmeye engel degildir. Izzeddin II. Kiliç Arslan, küçük oglu Giyaseddin Keyhüsrev'i halef tayin etti. Diger kardesler kiskanip büyük kardes Rukneddin Süleyman'in etrafinda toplandilar. O da 1192'de babasi ölünce Konya'yi kusatip tahta geçti. Rükneddin Süleyman ölünce (1204) oglu III. Kiliç Arslan sultan ilân edildi. Fakat Giyaseddin Keyhüsrev tahta çikti. Onun ölümünde (1211) büyük oglu Izzeddin Keykâvus (1211-1220) tahta çikti. Fakat kardesi Alâeddin Keykubad (1220-1237) bunu tanimadi. Izzeddin Keykâvus ölünce kimin tahta geçecegi tartisiliyordu. Sonra oglu Alâeddin üzerinde karar kilindi.

Görüldügü üzere Türk devletlerinde saltanat verasetini tanzim eden bir esas mevcut degildir. Onlarda tahti hanedanin muayyen azasina intikal ettiren bir gelenek de yerlesmemistir. Zaman zaman veliaht tayini, ekber evlâdin ya da küçügün tercihi gibi temayüller belirmis ise de taht daima ilâhî takdire açik tutulmustur. Hâkimiyetin ilâhî mense'li oldugunu kabul eden bu düsünce karsisinda diger âdet ve anlayislar hükümsüz kalmistir. Hanedandan biri bilfiil saltanati ele geçirdikten sonra onun mesruiyyeti nazarî ve hukukî bakimdan mesele teskil etmezdi. Asirlardir süre gelen bu gelenek, Türkler'de hâkimiyetin menseini Tanri'ya dayandiran eski dinî telâkkîlerle ilgili görünmekte ve Orta Asya Türk kavimlerinde daha kuvvetle açiga çikmaktadir.

Büyük Selçuklular'da oldugu gibi Anadolu Selçuklulari'nda da ülkenin hanedan mensuplari arasinda muayyen hakimiyet sahalarina taksimi vazgeçilmez bir kaide olarak daima tatbik edilmistir.

Mikhail'in daha babasinin sagliginda ölümü üzerine Israil (Arslan) ailenin basi olmustu. Sonra onun ahfadina batidaki en uzak uc bölgesi Anadolu yurtluk olarak verilmisti.

Anadolu Selçuklu sultani II. Kiliç Arslan'in sagliginda memleketi ogullari arasinda taksim etmesi de eski Türk geleneginin devam ettigini göstermesi bakimindan zikre deger. Onlardan her biri kendilerine ait mintikalarda bagimsiz bir hükümdar gibi hareket etmekteydiler.

HÜKÜMDAR

Anadolu Selçuklu devletinde yönetim diger Türk devletlerinde gördügümüz gibi sultanin mutlak kontrolü altindadir. Mogol istilâsi sirasinda oldugu gibi "Ilhan'a ubudiyet arzeden, gerektigi zaman Anadolu içindeki seyahatlerinde ona refakat eden, bazan Mogol noyanlarina mazeret beyan edip af dileyen, belirli yerlerde ikamete mecbur edilen, yargilanip cezalandirilan ve hatta katledilen zavalli birer hükümdar durumuna düsürülen" son dönem Selçuklu sultanlari istisnadan ibarettir. Sultan siyasî iktidari baska bir kuvvetin iznine bagli olmadan kullanir.

HAKIMIYET ALÂMETLERI

a. Baskent: Sultan, sarayinin, hükümet ve adliye teskilâtinin bulundugu bir merkeze sahip olmalidir.

b. Saray: Çok eski dönemlerden beri bütün Türk devletlerinde saray hakimiyet alâmeti olarak kabul edilmistir. Selçuklu sultanlarinin Kayseri, Konya, Aksaray, Tokat, Antalya ve Sivas'ta saraylari vardi.

c. Taht: Bazan serir kelimesiyle de ifade edilen taht-i saltanat, serir-i saltanat ve taht-i Süleymanî de denilen taht hükümdarlik sembollerindendi. Sultan I. Mesud ölümünden kisa bir süre önce oglu II. Kiliç Arslan'i Sultan ilân etti, diger ogullarini da melik unvaniyla baska vilayetlere tayin etti. Sultan Mesud bütün devlet erkâninin da katildigi törende tahttan inerek oglunu çikardi ve basina taç koydu.

d. Sancak ve bayrak: Saltan I. Alaeddin Keykubad'in sari renkte bayragi vardi.

e. Nevbet: Resmi bando takiminin saray veya hükümdarin çadiri önünde günde üç veya bes vakit konser vermesidir. Nevbet takimi seferde sultana refakat ederdi. Aksarayî II. Süleyman Sah'in günde üç, Ilhanlilar'a tabi Selçuklu sultanlarinin ise onlar gibi bes nevbet çaldirdiklarini söyler. IV. Kiliç Arslan ile Konya'da sultanligini ilan eden Cimri de beser nevbet çaldirmislardi.

f. Unvan ve lâkaplar: Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu I. Süleymansah kaynaklarda "emir" unvaniyla anilirdi. Daha sonraki hükümdarlarin çogu es-Sultanü'l-Muazzam ve es-Sultanu'l-a'zam ünvanini kullanilmislardir. Ayrica II. Süleymansah es-Sultanü'l-Kahir, I. Izzeddin Keykâvus Inanç Bilge Kutlu ve es-Sultanu'l-Galib unvanini kullanmislardir.

g. Çetr: Hükümdarlik alâmeti olarak kullanilan bir saltanat semsiyesidir. Anadolu Selçuklulari Abbasi halifelerine hürmetlerinden dolayi siyah renk, daha sonra II. Giyaseddin Keyhüsrev Sadeddin Köpek'in baskisiyla mavi renkte çetr kullanmislardir. Çetr çetrdâr adi verilen görevliler tarafindan tasinirdi.

h. Sikke: Diger devletlerde oldugu gibi para bastirmak da hakimiyet alâmetidir. Bilindigi kadariyla günümüze intikal eden en eski tarihli sikke I. Mesud'a aittir. Altin, gümüs ve bakir paralar Konya, Kayseri, Aksaray, Sivas, Malatya, Erzincan, Bayburt ve Kastamonu'daki darphanelerde basilmistir.

Büyük Selçuklular bir Türk-Islâm devleti olmak itibariyle diger müslüman Türk devletlerinde de degisik ölçülerde gördügümüz gibi eski Türk töre ve gelenekleriyle Islâmî unsurlarin kaynasmasindan olusan feodal bir yapiya sahipti.

Türk hakimiyet anlayisinin "devlet hânedan azalarinin müsterek mirasidir" ilkesini benimseyen Anadolu Selçuklu Devleti'nde tahta tevârüs için kesin bir kaide yoktu. Bunun sonucu olarak da gerek Sultanlarin ölümünde ve gerekse sagliklarinda saltanati ele geçirmek üzere girisilen taht kavgalari hiç eksik olmamistir. Hânedan azalarinin herbiri hayatini ortaya koymak suretiyle böyle bir mücadeleye her an katilabilirdi. Maglub oldugu takdirde ise hakkinda verilecek cezaya -ki bu genellikle yayinin kirisiyle bogmak seklinde olurdu- riza göstermek durumundaydi. Büyük Selçuklular'in bütün tarihleri boyunca devam eden taht mücadelelerine halk seyirci kalmistir. Halkin taht kavgalarinda bî-taraf kalmasi, muhtemelen "hükümdari Tanri tayin eder" seklinde ifadesini bulan eski bir inançtan kaynaklaniyordu. Emir ve kumandanlar ise özellikle fetret devri saltanat mücadelelerinde kendi çikarlarini esas almis ve ona göre taraf degistirmislerdir.

Sultanlarin sagliklarinda hânedan azalarindan herhangi birini veliahd tayin etmeleri ve biat almalari da tahta tevarüs için bir çözüm getirmemistir. Gerek sehzadeler ve gerekse hanedanin diger üyeleri, Sultanin, içlerinden birini veliahd tayin etmesini kendi mesru haklarina bir tecavüz olarak kabul etmisler ve tahtta hak iddia etmekten geri durmamislardir.

Anadolu Selçuklu sultanlarinin seçtigi veliahtler de çok defa kardesleri tarafindan tahttan uzaklastirilmislardir. Meselâ Sultan Mes'ud (1116-1155) II. Kiliç Arslan'i (1155-1192) tahta çikardi. Fakat kardesi Sahinsah bunu tanimadi.

Bu misallerden anlasildigi gibi veliahtlik hattâ bey'at hükümdar öldükten sonra hukukî degerini kaybediyordu. Zira hükümdarin ölümü ile birlikte kanunlar ve hukukî tasarruflar yeni hükümdar tasdik edinceye kadar hükümden düsmekte, hukukî mesnedden mahrum sayilmaktadir. Meselâ Osmanlilar'da yalniz memur ve askerin berati degil, her türlü vesika tahta çikan Sultan tarafindan yenilenirdi. Bu sebeple her cülûsta ülkenin yeni bastan tahriri prensip olarak kabul edilmistir.

Anadolu Selçuklulari'nda II. Kiliç Arslan 'a karsi ogullarinin baslattigi isyanda gördügümüz gibi bazi hallerde kardesler tahtin islerinden birine tahsis edilmesini kabul etmezlerdi. Onlar veliahd tayinini kendi haklarina bir tecavüz saymaktaydilar. Zira her biri "kut"un kendilerine bagislandigina, Allah'in inayetiyle tahta geçmeye namzet olduklarina inanirlardi. Netice olarak diyebiliriz ki, Türk devletlerinde veliahtlik saltanata tevarüste bir usul olarak yerlesmemistir. Hanedan azalarinin hâkimiyete müstereken sahip oldugu ve hükümdari Allah'in seçtigi seklindeki gelenek çok kuvvetliydi.

Türklerde hükümranlik hakkinin karizmatik vasfi, birden fazla sahsin ayni devlet idaresinde ve ayni kudrette Tanri bagisi (kut) ile donatilmis olmasina imkân vermez. Karizma (Kut')nin kan vasitasiyla babadan (Hatun'dan dogan) ogullarin hepsine intikal ettigi inanci dolayisiyla hükümdarin ölümünden sonra evlâtlar arasinda vukua gelen taht mücadelelerinde içlerinden biri tam basariya ulasamadigi takdirde (kut'a nail olamadiginin anlasilmasi halinde) devlet parçalanmaktadir. Yani Türk devletlerinin merkeziyetçi bir karakter tasimasi bizatihî onlarin varliklarini, kudret ve ihtisamlarini sürdürmeleriyle yakindan alâkalidir.

Büyük Selçuklular'da bilfiil isyana girismeyen bir hanedan mensubunun saltanatta hak iddia edebilir diye idam edildigine rastlamiyoruz. Buna karsilik Anadolu Selçuklulari'nda ve Osmanlilar'da kardes katline rastlamaktayiz. II. Kiliç Arslan, 1155'de tahta çiktigi zaman kendine rakip gördügü ortanca kardesini bogdurtmustu. II. Giyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) de bir oglu olunca hapisteki kardesini idam ettirmisti. Bunlar Büyük Selçuklular'da ve diger Türk devletlerinde de gördügümüz gibi Türkler'deki eski bir gelenege dayanarak yay kirisi ile idam edilmistir. Hanedandan olanlarin kani dökülmeden yayinin kirisi ile bogulmasi hükümdarin kutsî bir mense'den geldigi telâkkisi ile ilgilidir. Bu gelenek çok eski zamanlardan beri mevcuttur. Mezkûr telâkkî onlarda esasen var olan kan taassubu inanci ile de birleserek hükümdar ailesine mensup olanlarin kanlarinin dökülmemesi âdetini dogurmustur. Türk ve Mogollar'in Islâmî devirde bile bu eski Paganizm âdetini yasatmalari gayet tabiîdir. Ok ve yayin eski Türk hayatindaki ehemmiyeti düsünülürse öldürme sekilleri arasinda "yay kirisi ile bogma"nin en eski sekil oldugu söylenebilir. Türkler'in paganizm devrindeki dinî-sihrî itikadlarina, onlara bagli hukukî telâkkilere istinad eden kan dökmeme âdetine Büyük Selçuklular'da da tamamen riayet edildigini görmekteyiz.

Anadolu Selçuklulari'nda sultan büyük-küçük tefrik etmeden ogullarindan birini veliahd tayin edebilir. Veliahtlik taht üzerinde hak iddia etmeye engel degildir. Izzeddin II. Kiliç Arslan, küçük oglu Giyaseddin Keyhüsrev'i halef tayin etti. Diger kardesler kiskanip büyük kardes Rukneddin Süleyman'in etrafinda toplandilar. O da 1192'de babasi ölünce Konya'yi kusatip tahta geçti. Rükneddin Süleyman ölünce (1204) oglu III. Kiliç Arslan sultan ilân edildi. Fakat Giyaseddin Keyhüsrev tahta çikti. Onun ölümünde (1211) büyük oglu Izzeddin Keykâvus (1211-1220) tahta çikti. Fakat kardesi Alâeddin Keykubad (1220-1237) bunu tanimadi. Izzeddin Keykâvus ölünce kimin tahta geçecegi tartisiliyordu. Sonra oglu Alâeddin üzerinde karar kilindi.

Görüldügü üzere Türk devletlerinde saltanat verasetini tanzim eden bir esas mevcut degildir. Onlarda tahti hanedanin muayyen azasina intikal ettiren bir gelenek de yerlesmemistir. Zaman zaman veliaht tayini, ekber evlâdin ya da küçügün tercihi gibi temayüller belirmis ise de taht daima ilâhî takdire açik tutulmustur. Hâkimiyetin ilâhî mense'li oldugunu kabul eden bu düsünce karsisinda diger âdet ve anlayislar hükümsüz kalmistir. Hanedandan biri bilfiil saltanati ele geçirdikten sonra onun mesruiyyeti nazarî ve hukukî bakimdan mesele teskil etmezdi. Asirlardir süre gelen bu gelenek, Türkler'de hâkimiyetin menseini Tanri'ya dayandiran eski dinî telâkkîlerle ilgili görünmekte ve Orta Asya Türk kavimlerinde daha kuvvetle açiga çikmaktadir.

Büyük Selçuklular'da oldugu gibi Anadolu Selçuklulari'nda da ülkenin hanedan mensuplari arasinda muayyen hakimiyet sahalarina taksimi vazgeçilmez bir kaide olarak daima tatbik edilmistir.

Mikhail'in daha babasinin sagliginda ölümü üzerine Israil (Arslan) ailenin basi olmustu. Sonra onun ahfadina batidaki en uzak uc bölgesi Anadolu yurtluk olarak verilmisti.

Anadolu Selçuklu sultani II. Kiliç Arslan'in sagliginda memleketi ogullari arasinda taksim etmesi de eski Türk geleneginin devam ettigini göstermesi bakimindan zikre deger. Onlardan her biri kendilerine ait mintikalarda bagimsiz bir hükümdar gibi hareket etmekteydiler.

DIVAN TESKILÂTI

Anadolu Selçuklulari'nda devlet islerinin görüsülüp karara baglandigi Divân-i a'lâ'nin (Divân-i âlî, divân-i saltanat) baskani vezirdir. Devlet idaresinde birinci derecede rol oynayan divân-i a'lâ'nin diger üyeleri sunlardir:

Naib-i saltanat, beylerbeyi, tugrâî, atabeg, pervâne, âriz, müstevfî ve müsrif-i memâlik.

Divana gelen meseleler vezirin baskanliginda müzakere edilir ve alinan kararlar vezirin saginda ve solunda oturan münsîler (divân kâtipleri) tarafindan defâtir-i dîvan-i a'lâ'ya islenirdi. Divan kararlari Fahreddin Ali'nin vezirligine kadar Arapça yazilirdi. Daha sonra Farsça yazilmaya baslandi. Divana gelen bazi meseleler önce ilgili divanlara havale edilir ve onlarin yaptigi inceleme ve hazirladigi raporlar daha sonra divân-i a'lâda görüsülüp nihaî karara baglanirdi. Divanda tercümanlar da görev alir ve yabanci devletlere gönderilecek yazilari kaleme alir ve gerektiginde tercümanlik da yaparlardi.

I. Alaeddin Keykubad zamaninda divanda dört münsî ile iki tercüman vardi.

DIVAN-I A'LÂ'NIN ÜYELERI

a. Naib-i saltanat: Büyük Selçuklu devlet teskilâtinda rastlamadigimiz bu makam muhtemelen Eyyubî devlet teskilâti örnek alinarak ihdas edilmistir. Önemli devlet adamlari ve kumandanlar arasindan seçilen naib-i saltanat sultanin merkezde bulunmadigi zamanlarda ona vekâleten devlet islerini yürütürdü. Kendilerine naib-i saltanat olduklarinin alameti olarak bir altin kiliç verilirdi. Naibü'l-hazre de denilen bu görevli baslangiçta sadece sultan tarafindan tayin edildigi halde ülke Mogol tahakkümüne maruz kaldiktan sonra Ilhanli hükümdarinin onayini alan vezirlerin de bazi sahislari bu makama getirdikleri görülmektedir. Fahreddin Ali vezir olduktan sonra Emînüddin Mikâil'i nâib-i saltanat tayin etmisti. Ayrica Mogol istilâsi sirasinda Ilhanli hükümdarlarinin sultanin naibinden ayri olarak bizzat kendilerinin de naib tayin ettikleri anlasilmaktadir. Fahreddin Ali'nin ölümünden sonra Mücirüddin Emirsah, Argun Han'in buyruguyla Naib-i saltanat olarak görevlendirilmistir. Bazan ayni sahis hem Anadolu Selçuklu sultaninin hem de Ilhanli hükümdarinin naibi olarak hizmet ederdi. Meselâ Semseddin Isfahânî hem Selçuklu sultani hem de Batu Han tarafindan naib-i saltanat olarak görevlendirilmisti. Bu görevde bulunan bazi devlet adamlari sunlardir: Celâleddin Karatay, Sücâeddin Abdurrahman, Nizâmeddin Hursid, Fahreddin Ali, Emirü'd-din Mikâil, Mücirüddin Emir Sah, Cemaleddin, Mehmed Pervâne ve Kemaleddin Tiflisî.

b. Beylerbeyi: Anadolu Selçuklu devlet teskilâtinda nüfuz bakimindan en önde gelen görevlilerden biridir. Emirü'l-ümerâ ve melikü'l-ümerâ da denilen beylerbeyi ordunun bas kumandani olmasi sebebiyle divanda sözü geçerdi. Zaman zaman hükümdarlarin bile onlardan çekindigi hatta komplo hazirlayarak onlari bertaraf ettigi görülmektedir. Merkezdeki beylerbeyinden farkli olarak uçlarda görev yapan askerlerin basinda da uc beylerbeyi denilen bir emîr bulunurdu. Meselâ Hüsameddin Çoban Kastamonu'da uç beylerbeyi olarak görev yapmistir. Bir baska uc beylerbeyi de Seyfeddin Kizil'dir. II. Giyaseddin devrinin nüfuzlu devlet adami olan Sadeddin Köpek de Samsat seferi sirasinda Melikü'l-ümerâ unvanini almisti. Samsat kalesini aldiktan sonra gücü bir kat daha artan Sadeddin Köpek kendinden önce beylerbeyi olan Kemaleddin Kâmyâr'i tevkif ettirerek muhtemelen bu görevi de kendisi üstlenmistir. Beylerbeyi olarak görev yapan bazi devlet adamlari söyle siralanabilir. Seyfeddin Ayaba, Semseddin Has Oguz, Serefüddin Mahmud, Sirâceddin, Kemaleddin Kâmyâr, Seyfeddin Torumtay, Serefüddin Mesud, Azîzüddin.

c. Tugrâî: Devletin iç ve dis her çesit yazismalarini idare eden mensûr, berât, name ve muahedeleri kaleme alan, ferman ve mensûrlara sultanin alâmet ve tugrâsini çekmekle görevli olan Tugrâî Divan-i insâ ve tugrânin reisidir. Iyi tahsil görmüs, Arapça ve Farsça'ya vakif kalem erbabindan seçilirdi. Anadolu Selçuklulari'nda divân-i insâ, divân-i arzdan sonra gelirdi. Meselâ I. Izzeddin Keykâvus zamaninda (1211-1220) Semseddin Taber divân-i insâ reisi iken daha sonra emîr-i âriz-i memâlik-i Rûm tayin edilmistir.

d. Atabeg: Büyük Selçuklu Devleti'nde oldugu gibi Anadolu Selçuklulari'nda da atabeglik müessesesi mevcuttu. Sehzâdeleri iyi bir devlet adami olarak yetistirmekle görevli olan atabegler (lalalar) güvenilir ve nüfuzlu kumandanlar arasinda seçilirdi. Sehzadeler atabegin gözetiminde "melik" unvaniyla her hangi bir vilayetin idaresine memur edilirlerdi. Ancak daha sonra sehzadelerin egitiminden sorumlu atabeglerin yaninda baskentte sultanin yaninda ona müsavirlik eden bir atabeg daha tayin edilmeye baslanmistir. Bu atabegler divan üyesi olarak müzakerelere istirak ederlerdi. Bu konuyla ilgili bir fermanda bütün devlet erkâninin önemli konularda hükümdarin atabegiyle istisâre etmesi emredilmektedir.

Atabeglerin Anadolu Selçuklu devletine büyük hizmetleri olmustur. Bunlarin basinda da Semseddin Altunaba ile Celaleddin Karatay gelir. Arslan ve II. Alaeddin Keykubâd ile müsterek hakimiyetin basladigi 1249 yilina kadar yürüttügü naib-i saltanat görevini birakarak atabeg-i Rûm unvaniyla atabeglik görevini üstlenmis ve 1254'te ölümüne kadar bu makamda kalmis devletin birlik ve bütünlügünü korumus, sehzadeler arasinda geçimsizlige ve ihtirasli devlet adamlarinin faaliyetlerine mani olmustur.

e. Pervâne: Arazi tevcihatiyla ilgili defterleri tutmak, iktalara ait mensurlari hazirlamak ve istihbarat faaliyetlerini yürütmekle görevli olan pervane de divân-i a'lâ'nin üyesiydi. Sultanlar pervaneleri bu görevleri disinda siyasî ve askerî iliskileri yürütmekle de görevlendirebilirlerdi. Meselâ Muineddin Süleyman Pervâne IV. Kiliç Arslan tarafindan Mogollara elçi olarak, II. Alaeddin Keykubad da Erzincan'li Kadi Serefüddin'in oglu Taceddin'i Diyarbekir'i zaptetmek üzere görevlendirmisti. Anadolu Selçuklulari tarihinde Muineddin Süleyman Pervane'nin ayri bir yeri vardir. Mogol tahakkümü sirasinda sultani da asarak bütün yetkileri elinde toplayan Muineddin Süleyman sahsî kabiliyeti sayesinde hem Ilhanlilar hem de Memlûklülerle iyi iliskiler kurmus ve bir devre adini vermistir.

f. Âriz: Büyük Selçuklu Devleti'nde oldugu gibi ordunun her türlü ihtiyacini karsilamak ve askerlerin maaslarini dagitmakla görevli olan Divân-i arz'in baskanidir. Ancak ordunun sevk ve idaresine müdahale etmezdi. Bu görev daha önce geçtigi gibi beylerbeyinindi.

g. Müstevfî: Büyük Selçuklular'da da gördügümüz divân-i istifâ devletin bütün malî islerini yürütmekle görevli olup divan baskanina müstevfî veya sahib-i divân-i istifâ denilir. Sultan tarafindan tayin edilen müstevfî vergi tarh ve tahakkukunda çok dikkatli davranmali, halktan haksiz vergi alinmasina mani olmalidir. Tayin ettigi amillerin adil ve mutemet olmasina dikkat etmeli, halkin sikâyetlrini arzetmesi için kapisini daima açik bulundurmalidir. Mogol istilâsi sirasinda müstevfîleri Ilhanli hükümdarlari tayin etmeye baslamistir.

Mecdüddin Muhammed b. Hasan'in divân-i istifâ baskanligina tayiniyle bir mensurda onun bütün vergileri toplamasi, divan görevlilerini bos birakmamasi, nedimlerin sözlerine itibar etmemesi ve devlet gelirlerinin zorbalarin elinde telef olmamasina özen göstermesi istenmektedir. Bir baska mensûrda da divân-i istîfa'nin saltanatin diregi oldugu ifade edilmekte ve mâlî islerin isbilir (kârdâr) ve güvenilir kisilere verilmesi, tuzlalarda liyakatli âmillerin görevlendirilmesi emredimektedir.

h. Müsrif: Devletin malî ve idarî faaliyetlerini denetleyen divan-i isrâfin reisidir. Müsrif kendisine bagli memurlari vasitasiyla ülkenin her tarafinda hazineye ait mallari tesbit ve defterleri kontrol ettirirdi.

SARAY TESKILÂTI

Anadolu Selçuklulari saray teskilâti Büyük Selçuklu devleti saray teskilâti esas alinarak olusturulmustur. Baslica saray görevlileri sunlardir:

a. Hacibü'l-huccâb: Sultan ile divan üyeleri arasinda irtibati saglayan bas hacib saray görevlilerinin hizmetlerini kontrol etmekten de sorumlu idi. Hacibü'l-huccâb'in emrinde hacip ve perdedar denilen görevliler vardi.

b. Emîr-i cândâr: Sarayi ve sultani korumakla görevli olan Candarlarin reisi olan emîr-i cândâr hazarda ve seferde buyrugu altindaki muhafizlarla birlikte sultani korumakla mükelleftir. I. Alaeddin Keykubad sultan olarak Konya'ya gelirken yaninda 120 kisiden olusan muhafiz (candâr) birligi vardi. Bunlar altin sirmali hamayil ile asili kiliç tasirlardi. Candarogullari beyliginin kurucusu Emir Semseddin Yaman'in lâkabina bakilarak onun da Anadolu Selçuklularinda emîr-i cândâr olarak görev yaptigi söylenebilir.

c. Üstâdüddâr: Saray naziri olup saraya ait bütün harcamalari ve saray görevlilerini kontrol eder.

d. Emîr-i çasnigîr: Sultanin sofrasinin hazirlanmasina nezaret ve yemekleri kontrol eden görevlidir. Çok güvenilir emirler arasindan seçilen çasnîgîrin görevi sofraya konulan yemekleri sultandan önce tatmak suretiyle yemege zehir katilma ihtimalini ortadan kaldirmakti. Büyük Selçuklularda ve diger bazi Islâm devletlerinde de gördügümüz çasnigîr Anadolu Selçuklu devletinde de önemli bir görevli idi. Meshur emîrlerden Mübârizüddin Çavli ile Semseddin Altunaba da çasnigîr (emir-i zevvâk) olarak hizmet etmislerdi.

e. Emîr-i silâh: Silahlarin bakim ve muhafaza edilmesiyle görevli olan silâhdarlarin emiri olup merasimlerde hükümdarin silahini tasirdi.

f. Emîr-i sikâr: Hükümdarin av islerini idare eden ve av kuslariyla av hayvanlarinin egitiminden sorumlu olan saray görvlisidir. Emîr-i sikârlar nüfuz ve itibar sahibi kumandanlar arasindan seçilirdi. Meselâ meshur devlet adami Sadeddin Köpek Sultan I. Alaeddin Keykubad'in, Kilavuzoglu Tumanbay da III. Giyaseddin Keyhüsrev'in emîr-i sikârlari idiler. Bütün kusçular emîr-i sikârlarin emrindeydi. Bunlarin yaninda yine av ile görevli askerler bulunurdu. Anadolu Selçuklularinda emîr-i sikârliga tayinle ilgili bir vesikada bu görevlilerde aranan vasiflar ve av sirasinda dikkat edilmesi gereken hususlar sayilarak emîr-i sikârin bu önemli vazifede bâzdârlari kulluk ve mülâzemette bulundurmasi, sürgün avinda kus ve hayvanlari halka haline getirme zamaninda cesur ve marifetli avcilari hizmete sokmasi ve kuslarin avlanma mevsiminde avcilari pusuya yatirmasi gerektigi ifade edilmektedir.

Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu sultanlarinin sofrasinda av eti hiç eksik olmazdi. Nitekim sultan Meliksah ile I. Alaeddin Keykubad bir rivayete göre yedikleri av etinden zehirlenerek ölmüslerdir. II. Giyaseddin Keyhüsrev'in av hayvanlari yaninda vahsî hayvanlari da besledigi, Ermeni kralinin sultan I. Izzeddin Keykâvûs'a çesitli hediyeler yaninda bâz (dogan) ve sahin de göndermesi Selçuklu sultanlarinin kuslara ne derecede önem verdiklerini göstermektedir. Anadolu Selçuklularinda yilda iki defa umûmî ava çikilirdi. Bu ava bütün devlet erkâni katilir ve av sölenle sona ererdi.

g. Emîr-i alem: Sultan sancagini tasiyan ve onu korumakla görevli olan emîrdir.

h. Emîr-i âhûr: Hükümdarin atlarina bakmakla görevli emîrdir. Buyrugu altindaki hademeler atlarin egitimi ve tavlalarin bakimindan sorumludur.

k. Câmedâr: Hükümdarin elbiselerine nezaret etmekle görevlidir. Elbiselerin muhafaza edildigi câmehâne de onun kontrolündeydi. Câmedârlar sultanin elbiselerini giymelerine de yardimci olurlardi.

l. Tastdâr: Hükümdar elini yikarken, abdest alirken legen tutup su döken saray görevlisi.

m. Emîr-i meclis: Sultanin bezm denilen meclisine girecek olanlari içeri alan, ziyafet salonlarini düzenlemekten sorumlu saray görevlisi olup Anadolu Selçuklulari'nda önemli bir memuriyetti.

n. Havâyicsâlâr: Havâyichâne denilen mutfak islerine bakan ve yemekleri pisiren saray ahçisi.

o. Serhenk (Çavus): Sultanin önünden giderek yol açardi. Merasimlerde ve alaylarda ellerinde süslü degneklerle görev yaparlardi. I. Alaeddin Keykubad sultan ilân edilip tahta çikmak üzere Konya'ya giderken yaninda 500 serhenk vardi.

p. Emîr-i devât (devâtdâr): Baslangiçta sultanin divit takimindan sorumlu olan ve daha sonra çesitli görevler üstlenen saray memuru. Meshur devlet adami Celâleddin Karatay da emîr-i devât olarak hizmet etmisti.

ADLÎ TESKILÂT

Anadolu Selçuklulari döneminde ülkede meydana gelen hukukî meseleler kadilar tarafindan Hanefi mezhebi hükümleri esas alinarak çözülürdü. Halkla ilgili bütün davalara ve miras islerine kadilar bakardi. Ancak askerî davalar kadilesker tarafindan karara baglanirdi. Kadi'l-kudât (baskadi) Konya'da oturur ve diger kadilari kontrol ederdi. Kadi'l-kudât bütün ilmiyye sinifinin da reisi idi.

Kadilarin baktigi ser'î davalarin disinda basta devlet aleyhine islenen cürümler olmak üzere, her çesit baski ve zulümle ilgili davalara ise örfî ve ser'î hukuku esas alarak emîr-i dâdlar bakardi. Anadolu Selçuklularinda emîr-i dâd protokolde atabegden sonra gelirdi ve çok nüfuzlu bir emîr idi. I. Alaeddin Keykûbad hükümdarliginin ilk yillarinda dîvân-i mezalime bizzat baskanlik edip sikâyetleri dinlerdi. Ancak daha sonra islerinin yogunlugu yüzünden bu görevi emîr-i dâd'a birakti. Fahreddin Ali emîr-i dâdliktan vezirlige yükseldigi gibi Emîr-i dâd Emînüddin Düleycânî ayni zamanda üstâdüddarlik, evkaf hakimligi ve müstevfîlik görevlerini de üstlenmisti. Emîr-i dâd hem divan-i mezâlim hem de kadilarin verdigi hükümleri infaz etmekle görevliydi. Kaynaklarda emir-i dâd olarak hizmet eden diger bazi görevliler arasinda Nusret Yakut ve Nizâmeddin'den de bahsedilmektedir. III. Giyaseddin devrinde kadilik görevinde bulunanlardan bazilari da söyle siralanabilir: Kadi'l-kudât Siraceddin Mahmud-i Ermevî, Celaleddin Habîb, Emînüddin Tebrîzi, Izzüddin, Bedreddin Kazvinî, Taceddin Hoyi ve Sadüddin.

ASKERÎ TESKILÂT

Anadolu Selçuklu Devleti esas itibariyle askerî bir hüviyete sahipti. Ordu devlet yönetiminde ve teskilâtin hemen her kademesinde önemli rol oynuyordu. Divân-i a'lâ'ya bagli olarak görev yapan divan-i arz ordunun her türlü ihtiyacini karsilamaktaydi. Savas zamanlarinda ordunun sevk ve idaresi vezir ve beylerbeyinin sorumlulugundaydi. Savas sirasinda Sultana emîrler, leskerler, reisler ve ileri gelen zevat refakat ederdi.

Anadolu Selçuklularinda ordu baslica su siniflardan tesekkül ederdi.

1. Kapikulu: Merkezde sultanin sahsina bagli olarak görev yapan bu askerler çesitli milletlerden teskil edilmisti. Bunlar da kendi aralarinda müfred, gulam, mülâziman-i yatak (yayak) ve halka-i hassa diye kisimlara ayrilmisti. Sarayda görev yapan askerler cândârlarla birlikte Sultanin ve sarayin korunmasinda istihdam edilmisti. Mülâzimân-i yatak ise hükümdarin çadirini beklerdi. Kapikulu süvarileri yilda dört defa bistegânî denilen maas alirlardi.

2. Timarli sipahi: Ikta sahiplerinin maiyetindeki bu askerler savas zamanlarinda subasi denilen ve ayni zamanda bulunduklari sehirlerin emniyet ve asayisinden sorumlu olan kumandanlarin emrinde ana orduya katilirlardi.

3. Ücretli askerler: Anadolu Selçuklu ordusunun temel unsurlarindan birini teskil etmekle beraber ihtiyaç halinde istihdam edilen bu askerler arasinda zaman zaman gayri müslim askerler de bulunurdu. Meselâ II. Giyaseddin devrindeki Babâî ayaklanmasinin bastirilmasinda ücretli Frank askerleri önemli hizmetlerde bulunmuslardi.

4. Kayseri basta olmak üzere Sivas, Harput, Develi-Karahisar, Niksar, Malatya, Erzincan, Nigde, Ladik, Honas gibi önemli sehirlerde sürekli olarak bulundurulan muhafiz birlikleri. Bu mintikalara bagli ikta sahiplerinin maiyetindeki askerler, Türkmenler ve müstahkem yerlerdeki daimî kuvvetlerin kumandanlari o bölgenin subasisina tabi idiler.

5. Uc birlikleri: Baris ve savas zamanlarinda Bizans Ermeni ve Gürcü sinirlarinda beylerinin emrinde bekleyen askerler.

6. Anadolu Selçuklu Devletine tabi olan vassal statüdeki müslüman ve gayri müslim devletlerin ihtiyaç halinde antlasmalara uygun olarak gönderdikleri kuvvetler.

Askerî merkezlerdeki kuvvetlerle ikta sahiplerinin emrindeki kuvvetler 1243'teki Kösedag bozgunundan sonra giderek azalmistir. Bunun da sebebi ikta sisteminin Mogol istilâsiyla tamamen sarsilmis olmasidir. IV. Kiliç Arslan iktâ arazileri mülk haline getirerek ordunun esasini teskil eden timarli sipahilerin yok olmasina sebep olmustur. Müineddin Süleyman Pervane'nin 1277'de ölümünden sonra Ilhanli istilâsi giderek siddetlenmis, hem ikta sistemi kaldirilmis, hem de ordu bertaraf edilmistir. Bu da gelirlerini kaybeden ikta sahiplerinin ülkenin her tarafinda isyan ve karisikliklar çikarmalariyla sonuçlanmistir. Orduda yaratilan bosluk Mogol askerleriyle giderilmeye çalisilmistir. Bu dönemde çikan isyanlar Selçuklu-Mogol müsterek kuvveti tarafindan bastirilmistir.

Selçuklu ordusuna harekât sirasinda kumanda eden Beylerbeyi protokolde ön saflarda yer alirdi. Ayrica I. Alaeddin Keykubad'in güney sahillerini fethetmesinden sonra uc beylerbeyilikleri ihdas edildi. Beylerbeyi karsiliginda sipehdâr-i büzürg veya emîr-i büzürg tabiri de kullaniliyordu.

Anadolu Selçuklulari Antalya, Alâiye ve Sinop'un fethinden sonra denizcilige önem verdiler ve tesis ettikleri tersanelerde kendi donanmalarini insa ettiler. Donanma kumandanlarina emîrü's-sevâhil, melikü's-sevâhil veya emîrü'l-bahr denilirdi.

Selçuklu kara ordusunun büyük bir kismini süvariler teskil ettigi için ata büyük önem verilirdi. O dönemde kullanilan bütün klâsik silahlar Anadolu Selçuklu ordusunda da mevcuttu. Orduda nizam ve intizam çok önemli idi. Ihmali görülenler ve disipline uymayanlar siddetle cezalandirilirdi. Meselâ II. Giyaseddin Keyhüsrev ile vezir Fahreddin Ali Cimri isyani sirasinda sefere katilmayan emîr-i büzürg-i uc Ali Bey ile adamlarini katlettirdiler.

TOPRAK VE HALK

Anadolu Selçuklulari'nda toprak tipki Büyük Selçuklular'da oldugu gibi mîrî yani devlete aitti. Arazi ikta, mülk ve vakif olmak üzere üç bölümde ele alinabilir.

1. Ikta arazi: Bir hizmet karsiligi olarak devlet adamlarina, kumandanlara ve büyük-küçük sipâhîlere verilen araziye ikta arazi denilir. Has arazi sadece hükümdara aitti. Görevinden azledilen kisilerin iktalari ellerinden alinirdi. Hizmetleri devam ettirmek kayit ve sartiyla ikta arazi babadan ogula intikal edebilirdi. Devlet ricali ve kumandanlarin rütbeleriyle mütenasib iktalari vardi. Meselâ Taceddin Pervâne'nin iktai Ankara idi. Ikta sahipleri sefer zamanlarinda askerleriyle birlikte sultanin emriyle savasa katilmak üzere yola çikarlardi.

I. Alaeddin Keykubâd Harizm asireti reislerinden Kirhan'a Erzincan'i, Bereket Han'a Amasya'yi, Artuklular'dan Izzeddin Ahmed'e ise Harput'u ikta olarak vermisti. II. Giyaseddinn Keyhüsrev de vezir Mühezzebüddin Ali'ye 40.000 dinarlik bir arayizi ikta etmisti.

2. Vakif arazi: Geliri ilmî ve sosyal gayelerle kurulan müesseselerin masraflarini karsilamak üzere tahsis edilen arazilerdir. Bazi Selçuklu devlet adamlari ve kumandanlar da kendilerine mülk olarak verilen yerleri hayir amaciyla kurduklari müesseselere devretmislerdir ki bunlar da vakif arazi statüsündedir. Vakif arazilerin gelirleri mutlaka gayelerine uygun olarak kullanilirdi.

3. Mülk arazi: Aslinda devlete ait bazi araziler büyük hizmetleri ve yararliklari görülen devlet adamlari ve kumandanlara sultan tarafindan mülk olarak verilmis ve bunlar onlarin evladina miras yoluyla intikal etmistir. Ancak bazilari da bunlari hayir müesseselerine vakfetmislerdir. Kastamonu yöresi Hüsameddin Çoban'a, Sinop da Muineddin Pervane'ye mülk olarak verilmistir.

Anadolu Selçuklulari'nda topragi ekip biçen reayanin her zaman hakkini almasina itina edilir, haksizliga ugrayanlar her zaman sikâyetçi olabilir ve haklarini geri alabilirlerdi. Arazi tevcihatiyla ilgili isler Pervane ve emrindeki memurlar tarafindan yürütülürdü. Ülkede zaman zaman arazi tahrîri de yapilirdi.

Meskün mahallerdeki vergiye tabi nüfus ve herkesin verecegi vergi miktari kayit ve tespit edilirdi. Reayadan tahakkuk ettirilen miktardan fazla vergi isteyenler agir cezalara çarptirilirdi. Iktâ sahipleri ikta araziden alacaklari gelir karsiligi asker besledikleri gibi o bölgenin yönetiminden de sorumluydular. Ancak Mogol istilhasi sirasinda bu sistem bozuldu ve iktalari ellerinden alinan sipahiler ülke içinde isyan ve huzursuzluklara sebep oldular. Iktalari ellerinden alindigi için ikta sahipleri de yeteri kadar asker besleyemediler ve bu da ordunun çökmesine sebep oldu.

IDARI TESKILAT

Anadolu Seçuklulari'nda eyaletler öncelikle haneden mensuplarinin idaresine tevdî edilirdi. Sehzadeler küçük ise onlari iyi bir devlet adami olarak yetistirmek üzere yanlarina lala veya atabeg denilen güveniler emîrler verilirdi. Bu emîrler bulunduklari eyaleti o sehzade adina idare ederlerdi. Anadolu Selçuklulari'nin idarî açidan kaç eyalete taksim edildigi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak II. Kiliç Arslan'in ülkeyi 11 oglu arasinda taksim ettigi bilinmektedir. Böylece baskent Konya'nin disinda 11 idarî merkezin mevcudiyetinden bahsedilebilir. Hanedan mensuplarinin yönetimine birakilan Tokat, Niksar, Elbistan, Kayseri, Sivas, Aksaray, Malatya, Konya Ereglisi, Nigde, Amasya, Ankara ve Uluborlu disinda Kastamonu, Sinop, Erzurum, Erzincan, Sarkî Karahisar, Divrigi, Antalya, Alaiye, Manavgat, Içel, Harput, Çemisgezek, Kâhta, Ahlat, Isparta, Kütahya, Eskisehir, Denizli ve Amid (Diyarbakir)'in ilhakiyla eyaletlerin sayisi artmis ve otuzu geçmistir

Bizans ve Ermeni sinirlarinda uç vilayetleri de uç beyleri tarafindan idare ediliyordu. Meselâ Danismendli Yagibasin'in ogullarindan Muzafferüddin Mahmud, Bedreddin Yusuf ve Zahireddin Ili Anadolu Selçuklulari'nin ihzmetine girerek uç boylarinda görev almislardi. Ayrica hanedan mensuplarinin idaresi disinda kalan yerlerde de emîrler hem vali hem de kumandan olarak görev yapiyorlardi. Bu büyük vilayetlerin disindaki sehirlerde de serlesker ve subasilar emniyet ve asayisten sorumlu idiler. Merkezi sehirlerde emniyeti saglamaktan sorumlu birer sahne bulunurdu.

1243'te Anadolu Selçuklulari'nin maglubiyetiyle sonuçlanan Kösedag savasindan sonra ülke taht kavgalarina sahne olmus ve nihayet Mogollarin müdahalesiyle ülke ikiye bölünmüs, bir kismi Konya merkez olmak üzere II. Izzeddin Keykâvus'a, digerinin merkezi de Sivas olmak üzere IV. Rükneddin Kiliç Arslan'a verilmistir.

Vilâyetlerde birer küçük divan bulunur ve vergiler muhassillar tarafindan toplanirdi.

Eflâki Menâkibü'l-ârîfîn'de idari teskilâtta adi geçen görevlilerden bazilarini söyle siralar. Nâzir, emîr-i ab vâliler (ummâl), yol muhafizlari, subasi, sehir kethüdasi, reis, sahne, cellâd, divan memuru, seyhü'l- islâm ve hati.

SOSYAL HAYAT

1. Adet ve Gelenekler

Yagmur duasi: Yagmur duasina çikilacagi zaman halk oruç tutar, kurban keser ve Allah'a dua ve niyazda bulunurdu. Duanin akabinde yagmur yagmazsa uzak yerlerden gelmis bir garibe gider ondan Allah'a dua ve niyazda bulunmasini isterlerdi. Bir defasinda Konya'da kitlik olmus, uzun zaman yagmur yagmamisti. Korkunç bir pahalilik vardi. Birkaç defa yagmur duasina çikip ümitsizlik içinde dönmüslerdi. Verdikleri sadakalar, kestikleri kurbanlar kabule mazhar olmamisti. Nihayet Sultan Veled'e gidip yardim istediler. Onun mübarek basini açip gözlerinden yaslar akarak Allah'a dua etmesi üzerine müthis bir yagmur yagdigi söylenir.

Ugur ve Nazar: Kötü insanlarin nazarindan korunmak için atese çörek otu atilirdi. Üzerinde dikis dikilen kimsenin agzina mutlaka bir yaprak, bir saman çöpü olmasi gerektigine inanilirdi. Gül ugur çiçegi kabul edilirdi. Dini bayramlarin arifesinde helva dagitilirdi. Bir tüccarin karisi Kurban bayrami arifesinde çokça helva yaparak fakirlere ve komsulara sadaka olarak dagitmis, helva dolu büyük bir siniyi de Mevlâna hazretlerine göndermisti.

Dogum: Çocuk dogdugu evde büyük bir sevinç kaynagi olurdu. Bebege altin takilir, saçi saçilirdi. Çocugun babasi büyük bir ziyafet verirdi.

Evlenme: XIII. ve XIV. yüzyilda Anadolu'da Islâm hukuku hâkimdi. Erkekler birden fazla kadinla evlenebilirdi. Cariye edinme gelenegi de vardi. Sultan Veled'in iki cariyesi vardi. Evlenen erkegin kadina baslik olarak para verme adeti yaygindi. Evlenecek kiz da çeyiz esyasi hazirlamak zorundaydi. Mevlâna bir kizin cehizinin hazirlanmasi için Gürcü Hatun'dan yardim istemis, o da birkaç takim elbise, her cinsten bir kat çamasir, yirmi adet süslü küpe, yirmi yüzük, ince gerdanlik, yün örtüleri ve bilezikler, hali ve seccadeler hazirlayip göndermisti. Dügünler oldukça debdebeli olur, uzun süre anlatilirdi. Kadinlar peçe takarlardi.

Terbiye kurallari: Anadolu Selçuklu toplumunda Türk-islâm düsüncesinin ortak ürünü olan terbiye ve görgü kurallari yürürlükteydi. Türk toplumunda büyüge hürmet esastir. Eflâkî'nin Menakibü'l-ârifîn adli eserinde geçen bir ibarede "Onlar yasca benden büyükler, ben onlarin yüzüne böyle bir sözü nasil söyleyebilirim" denilmektedir ki bu toplumda büyüklere sayginin bir isaretidir. Pazar yerinde ayaklarini uzatip uyuyan bir dervisin bu hareketi onun kinanmasina sebep olmustur. Bu da toplumun lâubâlî davranislardan hoslanmadigini ve tepkiyle karsilandigini göstermektedir. Gayri ahlâki davranislar da asla hos karsilanmazdi.

Hediyelesme: Hz. Peygamber'in hediyelesmeyi tesvik eden sözleri Anadolu'da büyük ilgi görmüs ve "yarim elma gönül alma" seklinde sembollesen bu gelenek Türk milletinin baslica özelliklerinden biridir. Devrin anlayisina göre hükümdar ve ileri gelen devlet adamlari birbirlerine ve halka hediyeler verirlerdi ki bu da isgal ettikleri makam ile mütenasib olurdu. Gürcü Hatun fakir bir kizin cehizini hazirladigi gibi Muineddin Pervane de Mevlâna'nin müjde ve iltifati üzerine tarikat mensuplarina 2.000 dinara yakin bagista bulunmustur. Ayrica Konya'da bulunan yetim ve fakirlere de elbiseler dagitmisti. Devrin en yaygin hediyesi altin idi. Ugur getirecegine inanilarak daha çok altin ve çiçek hediye edilirdi.

2. Hayat Tarzi

Eglence hayati: Kaynaklar Anadolu'da eglence hayatinin oldukça renkli oldugunu ifade eder. Memlûk Sultani Baybars'in Mogol ordusunu bozgunu ugrattiktan sonra 20 Nisan 1277'de Kayseri'ye gelince Keykubadiye Sarayinda büyük bir eglence düzenlemisti. Ancak Sultan onlarin eglencede asiri gittiklerini görüp hânende ve sâzendeleri icrâ-yi san'at etmeden huzurundan kovmustu. Eglence merasimleri daha çok hanlarda düzenlenirdi. Kadin müzisyen ve sanatkârlar gayri müslimler arasindan seçilirdi. Meyhaneler de de müzikli eglenceler düzenleniyordu. Hokkabazlar da yanan atese kendilerini atmak, kizgin demiri agizlarina almak, kamçidan kan akitmak, merkep yavrusuna binmek gibi çesitli gösteriler yapiyorlardi. Sünnet dügünleri de günlerce sürerdi. O dönemde oynanan oyunlar arasinda satranç ve tavla önemli bir yer isgal ederdi.

Ev hayati: Anadolu evleri sofa, odalar ve mutfaktan olusuyordu. Ev esyasi olarak hali, yaygi, perde, battaniyeden bahsedilir. Isinma araci olarak tandir ve mangal, aydinlanma araci olarak da samdan, kandil, çirag ve mum vardi. Mum, zengin evlerinde çirag ise fakir evlerinde kullanilirdi. Zengin evlerinde hizmetçiler, maiyyet ve harem aglari vardi. Köleler âzâd edilirse kendilerine bunu gösteren bir belge verilirdi.

Kilik-kiyafet-süslenme: Anadolu Selçuklulari döneminde yaygin erkek kiyafetleri elbise, baslik ve ayakkabidir. Erkek elbiseleri hasir elbiseleri, siyah ipekten yapilmis elbise, çuha ve kemhadan yapilan elbiseler olarak zikredilebilir. Ayrica kurt ve tilki postlari, salvar ve gömlek, hirka ve sarik, çizme ve ayakkabi da giyiliyordu.

Kadinlar ise çarsaf, kürk, ibrisim, basörtü ve peçe giyerlerdi. Uzun biyik ve uzun sakaldan hoslanilmazdi. Koku malzemesi olarak misk ve amber, makyaj malzemesi olarak da sürme kullanilirdi.

Besin maddeleri: Türk mutfagi o dönemde de oldukça zengindi. Yemek sirasinda sofrada sahan, kâse, sini, testi bulunurdu. Yemek bir kaptan kasikla yeniyordu. En yaygin yemekler tirit ve ateste çevrilen etlerdi. Keklik, bildircin, çulluk ve toy gibi av hayvanlarinin etleri de revaçtaydi. Ayrica etli pilav, biberli pilâv ve pastirma yenilen yemek türleriydi. Havuç, salgam, tursu, meyve olarak elma, incir, kayisi, kavun ve üzüm yenirdi. En sevilen tatli çesidi helva idi.

Tedavi sekilleri: Selçuklular zamaninda sagligin basi temizlik olarak düsünüldügü için her sekilde çok sayida hamam vardi. Hastaliklarin tedavisi için halk hekim ve seyhlere müracaat ederdi. Menakibül-ârifin'den mevlevîlerin çesitli hastaliklari el temasi ve okuyup üfleyerek tedavi ettikleri anlatilmaktadir. Yine Eflakî'ye göre Mevâna bir sahsin parçalanan ayak parmaklarini eliyle dokunmak, okuyup üflemek suretiyle tedavi etmistir. O dönemde halkin karsilastigi en yaygin hastalik sitma idi. Hem hekimler hem de seyhler tarafindan tedavî cihetine gidilirdi. Mevlâna bazi hastalari özellikle psikolojik rahatsizliklari olanlari telkin yoluyla da tedavi etmistir.

Devrin hekimleri teshis ve tedavi yaninda ilaçlarin hazirlanmasina da nezaret ederlerdi. Nitekim Tabib Ekmelüddin Sultan IV. Kiliç Arslan'in istegi üzerine panzehir imal etmistir.

TICARI VE EKONOMIK HAYAT

Anadolu ticarî faaliyetler için uygun bir konumda bulunuyordu. Konya'nin bassehir olmasindan sonra ticarî hayat daha zenginlesmis ve canlilik kazanmisti. Anadolu'dan geçen Tebriz-Trabzon ve Tebriz-istanbul yoluyla doguyu batiya baglayan bu yollar Anadolu'nun iktisadî hayatinda önemli rol oynuyordu. Ege ile de ancak Konya üzerinden baglanti kuruluyordu.

Ayrica kuzey-güney istikametinde uzanan Sinop-Antalya/Alaiyye, Samsun-Ayas, Trabzon-el-Cezire-Suriye yollariyla, Güney dogudan Istanbul'a uzanan ve Haleb-Kayseri- Ankara-Istanbul, Haleb-Kayseri-Konya-Istanbul yollari Anadolu'daki ticarî hayata canlilik kazandiriyordu.

Islâm dünyasinda askeri ve ictimâî gayelerle kurulan ribatlarin bir devami mahiyetinde, kervanlarin her çesit ihtiyaçlarini karsilayacak teskilâta sahip olan ve uzaktan adeta bir kale manzarasi arzeden kervansaraylar Islâm âleminin baska bir yerinde emsâline rastlanmayacak bir kiymete sahiptir. Selçuklu sultanlariyla ileri gelen devlet adamlari tarafindan ticaret yollari üzerinde yaklasik 30-40 km.lik araliklarla yaptirilan bu kervansaraylar tarihi yollarin önemini gösteren canli vesikalardir.

II. Kiliç Arslan, I. Giyaseddin Keyhüsrev, I. Izzeddin Keykâvus ve I. Alaeddin Keykubad gibi ticarî ve iktisadî hayati canlandirmaya itina gösteren Selçuklu Sultanlari ticaret yollarinda emniyeti saglamak gayesiyle kervansaraylar yaptirdilar. Sinop ve Antalya gibi iki büyük limanda ticarî faaaliyetleri kolaylastirmak ve gelistirmek amaciyla bu sehirlere zengin tüccarlar yerlestirdiler, onlara ihtiyaç duyduklari her türlü destegi sagladilar. Türkiye'ye gelen yabanci tüccarlarin ugradiklari zararlari tazmin ettiler, gümrük vergilerini asgarî seviyeye indirdiler. Bu durum dünya ticaret tarihinde çok önemli bir yer isgal eder. Ortaçagda zengin ticarî mallarla yola çikan kervanlar çapulcu ve soyguncularin saldirilarindan emin olmadikça buna tesebbüs etmekten çekinirlerdi. Iste Anadolu Selçuklu kervansaraylari böyle bir endise ve ihtiyaçtan dogmustur. En önemli kervansaraylar Anadolu'yu dogu-bati ve kuzey-güney istikametinde geçen iki büyük uluslararasi ticaret yolu üzerinde bulunmaktadir.

II. Kiliç Arslan zamanindaki siyasî gelismelere paralel olarak ticarî faaliyetler de artmis ve büyük kervansaraylar insa edilmisti. Kervansaray yaptiran ilk Selçuklu sultani II. Kiliç Arslan'dir. Sultan, Aksaray'da büyük binalar, saray ve medreseler yaptirdigi gibi ilk kervansarayi da Aksaray yakinlarinda yaptirmistir. II. Giyaseddin Keyhüsrev zayif bir sahsiyet olmasina ragmen onun zamaninda da kervansaraylarin yapimina devam edilmistir. Kervansaraylarin, yol emniyetinin saglanmasi disinda hedef edindigi ikinci gaye ise kafilelerin konakladiklari yerlerde her türlü ihtiyaçlarini temin etmekti. Kervansaraylar içinde yatakhane, asevi, erzak ambarlari, ticarî esyanin konuldugu depolar, ahir ve samanliklar, mescidler, hamamlar, sadirvanlar, eczaneler, ayakkabi tamir atölyeleri ve nalbantlar vb. vardi. Kervansaraylarin masraflarini karsilamak üzere vakiflar tahsis edilmisti. Burada konaklayan misafirler zengin-fakir demeden her türlü ihtiyaçlarini ücretsiz olarak karsilayabiliyorlardi.

Sehir ve kasabalarda ticarî kafilelerin ihtiyaçlarini karsilamak üzere ayrica hanlar yapilmisti. Bunlar özel olarak insa edilmis ücretli yerlerdi. Sehirlerde ticarî açidan sahip olduklari öneme paralel olarak hanlar kurulmustu. Meselâ o devrin önemli sehirlerinden Sivas'ta 24 han vardi.

Kervansaraylar bulunduklari yerlerde pazar haline geliyor ve o yörenin iktisadî bakimdan gelismesini sagliyordu. Anadolu Selçuklulari döneminde yaklasik 134 kervansaray insa edildigi bilinmektedir.

Selçuklular zamaninda Anadolu'da yapilan baslica kervansaraylar sunlardir.

Aglasun hani (Antalya-Isparta yolunda), Akbas hani (Aksaray-Konya yolunda), Akhan (Aksaray-Konya), Akhan (Egridir-Denizli), Alara hani (Antalya-Alanya), Alay hani (Kayseri-Aksaray), Altunapa hani (Sinop-Ankara), Bardakçi hani (Çay-Seyitgazi), Borhani (Ürgüp-Eregli), Böget (Ankara-Konya), Burma Han (Seydisehir-Alanya), Caca Beg hani (Kirsehir-Aksaray), Çakalli hani (Samsun-Amasya), Çamalak hani (Zile-Kirsehir), Çardak hani (Egridir-Denizli), Çavli hani (Besni-Kayseri), Çekerek suyu hani (Zile-Kirsehir), Çinçinli Sultan hani (Tokat-Sivas), Dazya hani (Amasya-Tokat), Deve Hani (Seyitgazi), Dibli han (Harput-Divrigi), Dokuzun hani (Konya-Çay), Dolay hani (Ürgüp-Eregli), Ebü'l-Hasan hani (Seydisehir-Alanya), Ebu'l-Kasim hani (Niksar), Ebü'l-Mücâhid Yusuf hani (Çay), Egret hani (Çay-Kütahya), Elikesik hani (Konya-Egridir), Ertokus hani (Konya-Egridir), Ashab-i Kehf hani (Besni-Kayseri), Evdir hani (Antakya-Isparta), Ezine pazar hani (Amasya-Tokat), Caferyat hani (Konya-Karaman), Gedik hani (Sivas-Kayseri), Giyaseddin Keyhüsrev hani ( Egridir), Gülüçagaç hani (Sinop-Ankara), Gölbasi hani (Diyarbakir-Malatya), Haci Hafiz hani (Konya-Çay), Kadinhani (Konya-Çay), Kagi hani (Sivas-Kayseri), Kemâleddin hani (Besni-Kayseri), Kemâleddin hani (Dogansehir-Adiyaman), Kamerreddin hani (Konya-Toroslar), Kara Sungur hani (Denizli), Kara Sungur hani (Denizli), Karatay hani (Malatya-Kayseri), Kangi hani (Seydisehir-Antakya), Katranci hani (Aksaray-Konya), Kavak hani (Konya-Egridir), Kervansaray (Zile-Kirsehir), Kiliç Arslan hani (Aksaray), Kirkgöz hani (Antalya-Isparta), Kizilören hani (Kirsehir-Ankara), Köprüköyü hani (Antalya-Alanya), Kuru han (Besni-Kayseri), Kuruçesme hani (Konya-Beysehir), Lâla Kervansarayi (Sivas-Kayseri), Lâtif hani (Sivas-Kayseri), Mahperi Hatun hani (Amasya-Tokat), Makit hani (Elazig), Mama Hatun Kervansarayi (Erzurum-Sivas), Muhliseddin Hani (Zile), Obruk hani (Aksaray-Konya), Ortapayam hani (Seydisehir-Alanya), Önesin hani (Kayseri-Aksaray), Pamukçu hani (Konya-Seydisehir), Pasa hani (Tokat-Sivas), Pazarhani (Antakya-Denizli), Pazarcik hani (Alanya-Anamur), Pervane hani (Kayseri-Aksaray), Pervane Süleyman hani (Boyabat-Vezirköprü), Pinarbasi hani (Egridir-Denizli), Ruzapa (Rüzbe) hani (Konya-Çay), Sadeddin Köpek hani (Aksaray-Konya), Sahibata hani (Konya-Çay), Sahibata hani (Konya-Çay), Sarihan (Kayseri-Aksaray), Sarihan (Malatya-Kayseri), Sarihan (Nigde), Sardavul hani (Karaman-Silifke), Selçuk hani (Sinop-Ankara), Selçukhani (Malatya-Sivas), Seyfeddin Ferruh hani (Konya-Seydisehir), Siraçakil hani (Aksaray-Eregli), Silinti hani (Alanya-Anamur), Suluhan (Kozan-Feke), Sultan hani (Aksaray-Konya), Sultan hani (Sivas-Kayseri), Sultan hani (Konya-Toroslar), Susuz hani (Antalya-Isparta), Sünnetli hani (Kayseri-Aksaray), Sahruhköprülü hani (Sivas-Kayseri), Savepsa hani (Antalya-Alanya), Taktoba hani (Tokat-Sivas), Tecer hani (Malatya-Sivas), Tol hani (Seydisehir-Alanya), Yeni han (Yildizeli/Tokat-Sivas), Yeniceköy hani (Çay-Kütahya), Yunuslar hani (Konya-Beysehir), Zalmanda hani (Ankara-Konya), Zivanik hani (Ankara-Konya), Zilli han (Besni-Kayseri) ve Zincirli hani (Aksaray-Konya).

TARIM ÜRÜNLERI

Akdeniz, Orta Anadolu ve Dogu Anadolu bölgeleri Anadolu Selçuklulari'nin tarimsal üretiminde önemli bir yer isgal ediyordu. Özellikle bugday ayni zamanda ülkenin basta gelen ihraç ürünleri arasinda yeraliyordu. XIII. ve XIV. yüzyilda Sivas hububat üretiminde ilk siralari isgal ediyordu.

Bu dönemde Anadolu'da Denizli civarinda iyi cins pamuk, bazi yörelerde de pirinç üretimi yapilirdi. Ayrica seker kamisindan elde edilen sekerin de ihraç mallari arasinda yer aldigi söyleniyorsa da bu hususu teyid edecek yeterli bilgi yoktur.

Seyyahlarin verdigi bilgilerden Anadolu'da kayisi, badem, erik, seftali, armut, portakal, limon ve üzüm gibi meyvelerin yetistirildigi anlasilmaktadir. Konya ve Antalya yöresinde üretilen kayisi kurutulduktan sonra çesitli islâm ülkelerine satilirdi.

Anadolu'da hayvancilik da oldukça yaygindi. At kiymetli bir ihraç mali idi. Fakat sigir, koyun ve keçi daha yaygin olarak yetistirilirdi ve hemen herkesin sagmal bir hayvani vardi. Bu hayvanlar da çesitli ülkelere canli olarak ihraç edildigi gibi deri, yün ve tiftikleri de islenerek veya hammadde olarak da satilirdi.

MADENLER

Anadolu Selçuklulari zamaninda çikarilan baslica madenler, demir, bakir, gümüs, sap, kayatuzu, lâcivert tasi ve boraks idi. Bakir Ergani'de, Kastamonu'da ve Erzincan yöresinde, demir az da olsa Divrigi ve Toroslar'da; Ulukisla, Gümüshane, Amasya Gümüshaciköy ve Kütahya Gümüssar'da ise gümüs yataklari vardi. Bu yataklar Anadolu'nun Mogol istilâsina maruz kalmasindan sonra da isletilmeye devam etmistir. Ihraç mallari arasinda yer alan kayatuzu da Anadolu'nun çesitli yerlerindeki sekiz tuzlada üretiliyordu. Lâcivert tasi ise Konya civarinda çikariliyordu.

SANAYI ÜRÜNLERI

Dokuma, hali ve kilim Anadolu'daki sanayi ürünleri arasinda ilk sirayi isgal eder. Dünyanin en gözde halilari Anadolu'da dokunurdu. Hem Marco Polo hem de Ibn Battuta burada dokunan hali ve kilimlerden övgüyle söz ederler. Konya, Aksaray, Sivas, Erzurum ve Usak baslica hali dokuma tezgâhlarinin bulundugu sehirlerdi.

Pamuk yün, tiftik ve pamuktan üretilen kumaslar da çesitli ülkelere ihraç ediliyordu. Erzincan, Mus, Mardin, Maras, Karaman, Ankara, Sivas, Diyarbakir, Kastamonu, Konya, Kirsehir ve Malatya çesitli cins kumaslarin üretildigi merkezlerdi. Dericilik de çok sayida sigir ve koyunun yetistirildigi Anadolu'da önemli bir sanayi dalini teskil ediyordu.

Erzurum, Sivas ve Antalya gibi merkezlerde çesitli silâhlar ve savas makineleri imal ediliyordu.

Erzincan özellikle bakir ev esyasi imalâtinda ilk sirayi isgal ediyordu. Altin ve gümüs zinet esyalari Konya ve Alaiye'de yapiliyordu.

TICARET

Anadolu Selçuklu sultanlari ticaretin ülkenin iktisadî hayatinda ne derece önemli rol oynadiklarini idrak ettikleri için hem iç hem de dis ticaretin gelismesi için gereken ortami hazirlamis, yollarda emniyeti, sehirlerde ve pazar yerlerinde asayis ve huzuru saglamislardir.

Baslangiçta mübâdele yoluyla yapilan ticarî faaliyetlerde zamanla para kullanilmaya baslanmistir. Sehir disinda kurulan pazarlar yerlesik hayat sürenlerle, köylüler ve göçebeler arasinda ticaret mallarinin karsilikli olarak mübâdele edildigi yerlerdi. Sehirlerin gelismesiyle çarsilar, pazarlar ve hanlar iç ticaretin canlandigi yerler oldu. Hem yerli hem de yabanci tüccarlar buralarda alisveris yapiyorlardi. Pazarlardan alinan vergiden baska sehre getirilen ve disari çikarilan her çesit esyadan vergi aliniyordu. Ilhanlilar zamaninda tamga adi verilen bu vergi sahneler tarafindan tahsil edilirdi.

Esnaf ve zenaat erbabi XIII. yüzyilda ahilik adi verilen bir teskilâtin bünyesinde toplanmislardi. Bu teskilât sehirlerde ekonomik, siyasî ve ahlâkî kurallari tanzim etikleri gibi siyasî buhran ve sikintilarin giderilmesinde de önemli hizmetleri ifa ediyorlardi.

Anadolu'da ahilik teskilâtinin kurucusu olarak kabul edilen Ahi Evran (Seyh Nasîrüddin Mahmûd, ö.l262) I. Alaeddin Keykubâd'in destek ve yardimiyla islâmî tasavvufî düsünceye bagli kalarak seyh-mürid, usta-çirak münasebeterini tanzim etmis ve buna bagli olarak iktisadî hayati düzenlemistir. Büyük bir süratle yayilan bu teskilâtin mensuplari sadece sehirlerde degil ayni zamanda köyler ve uç boylarinda da büyük nüfuz kazanmislardir. Özellikle XIII. yüzyilda devlet otoritesinin zayifladigi siralarda siyasî ve askerî güçlerini kullanarak önemli hizmetlerde bulunmuslardir. Anadolu Selçuklulari zamaninda ahiler çesitli mesleklere ait problemleri halletmekte ve onlarin devlet ile olan münasebetlerini düzenlemekteydiler. Çarsi ve pazarlarda satilan mallarin hem kalite hem de fiyat yönünden kontrolü ahilik teskilatinin baslica görevleri idi. Çok genis bir alanda faaliyet gösteren ahilik pek çok devlet adami, tarikat mensuplari ve âlimleri bünyesinde toplamis, XIV. yüzyildan itibaren de organize esnaf birlikleri halini alarak iktisadî sahadaki faaliyetleri ön plâna çikarmistir.

XII. yüzyildan itibaren Anadolu'ya yerlesen Türkmenler hem kendi aralarinda hem de Rumlar ve Ermenilerle dahilde alisveriste bulunuyorlardi. Baslangiçta mal degisimi (mübâdele) ile baslayan bu ticarî faaliyetler Selçuklu parasinin tedavüle girmesiyle alisveriste para kullanilmistir Anadolu'nun XII. yüzyildaki durumundan bahseden kaynaklar ülkeyi harab olarak tanitirken XIII. yüzyilda bölgeyi gezen seyyahlar Anadolu'yu zengin ve müreffeh bir ülke olarak tasvir ederler. Ilk zamanlar sehir disinda bir yerde kurulan pazarlar sehirli, köylü ve göçebe Türkmenlerin ihtiyaçlarini karsilamaya kâfi geliyordu. Sehirler gelisince hanlar kurulmus, çarsi ve pazarlarin sayisi artmistir. XIII. yüzyilda sehirler arasi ticaret baslamistir.

Selçuklu sultanlari dis ticaretin gelismesine de büyük önem veriyorlardi. Sultan I. Giyaseddin Keyhüsrev 1207'de Antalya'yi feth ederek burayi önemli bir ihracat ve ithalat limani haline getirdi. I. Aleddin Keykubâd da 1221 yilinda Kalonoros'u fethederek ismini Alaiyye olarak degistirdi. Anadolu'da huzur ve istikrar saglandiktan sonra Avrupali tüccarlar dogunun ticarî mallarini Misir yerine Anadolu'dan temin etmeye basladilar. Böylece Anadolu hem Avrupa hem de dogudaki Islâm ülkeleri için önemli bir ticarî potansiyele sahip oldu. Antalya'nin fethiyle Akdeniz ticaretinde de Türkler önemli pay aldilar. Kibris ve Venediklilerle ticarî anlasmalar inzalandi. Kibris Krali Hugues ile I. Izzeddin Keykâvus arasinda ticaret antlasmalari yapilmistir. Buna göre Selçuklu tüccarlari Kibris'ta serbest olarak ticarî faaliyette bulunabilecekleri gibi Kibrisli tüccarlar da Anadolu'da karsilikli olarak gümrük vergilerini ödemek suretiyle ticaret serbestligine sahip olacaklardi. Anadolu'dan sap, yün, ipek, ipekli kumaslar, pamuk, hali, kilim, deri, sabun, sarktan getirilen baharat ve diger ticarî mallar ihraç ediliyordu. Avrupali tüccarlar Kibris'i bir ticarî üs olarak kullaniyordu. Onlarin getirdikleri mallarin bir bölümü Türk tüccarlar tarafindan ithal edilirdi.

I. Alâeddin Keykubâd'in 1220 yilinda Venediklilerle daha önce yapilmis olan anlasmayi teyid eden bir anlasma imzalamasi onun ticarete verdigi önemi göstermektedir. Anlasma ile Venedik'te ve onlarin hâkimiyetindeki baska yerlerde yasayan tüccarlar Selçuklu topraklarinda rahat bir sekilde ticaret yapabileceklerdi. Ayni sekilde Selçuklu tebeasi da Venedikliler'in egemenligi altindaki yerlerde serbestçe ticarî faaliyette bulunabileceklerdi.

XIII. yüzyilda Selçuklular ile Memlûkler arasinda ticarî münasebetler baslamistir. Özellikle gemi yapiminda kullanilan kereste ticareti yaygindi. Iki ülke arasinda nakliye isleri Cenevizliler ile Venedikliler tarafindan yapiliyordu. 1289'da bir Ceneviz gemisinin seker, keten ve biber yüküyle Iskenderiye'den Alaiyye'ye geldigi bilinmektedir.

I. Izzeddin Keykâvus'un 1214'te Sinop'u fethetmesiyle Karadeniz ticareti de canlilik kazandi. Sinop hem kuzey-güney, hem de dogu-bati ticareti açisindan önemli bir liman sehri idi. Bunun idraki içinde olan Sultan I. Izzeddin Keykâvus sehirde yogun bir imar ve iskân faaliyeti baslatmistir. Çesitli bölgelerden zengin tüccarlar ve saygin kisiler Sinop'a gettirilerek iskân edildi. Ticaretin gelismesi için her türlü imkân seferber edildi ve bu sayede Sinop Karadeniz'in en önemli ticarî üssü haline geldi.

Sultan daha sonra Türk, Arap ve Rus tüccarlarinin bir ugrak yeri olan Kirim'daki Sugdak'in fethi için hazirliklara giristi ve Emir Hüsameddin Çoban kumandasinda gönderdigi donanma ile sehri feth etti (1227). Bu sefer ile Anadolu Selçuklulari'nin Karadeniz'deki ticarî faaliyetleri artti. XIII. yüzyilda Rus ve Kipçak tacirlerin Sivas'a kadar geldikleri bilinmektedir. 1230'da Trabzon'un da Selçuklu hâkimiyetini tanimasiyla Anadolu Selçuklulari Karadeniz'i Dogu Anadolu'ya baglayan, oradan da Iran ve Uzak Dogu'ya kadar uzanan bir ticaret merkezini daha ele geçirmis oluyorlardi.

XII. yüzyilin sonlarinda Anadolu'nun huzur ve asayisin hâkim oldugu bir ülke haline gelmesi, Alaiyye ve Sinop'un fethi Anadolu'daki transit ticaretin canlilik kazanmasina zemin hazirlamisti. Misir'dan gemilerle Antalya ve Alaiyye'ye getirilen mallar, Konya, Ankara, Sinop ya da Bagdat-Halep-Malatya-Sivas-Amasya üzerinden Samsun ve Sinop limanlarina ulastiriliyordu. Ayas-Samsun güzergâhi da transit ticaretinde oldukça önemliydi. 1240'ta baslayan Babaî isyaniyla 1243'te bozgunla sonuçlanan Kösedag Savasi Anadolu'daki ticarî hayata büyük bir darbe indirdi. Kayseri ve Malatya gibi sehirlere yerlesmis olan çok sayida tüccar bu huzursuzluklar ve karisikliklar yüzünden Suriye'ye kaçti.

XIII. yüzyilin birinci yarisinda Sinop-Antalya hattinin dogusunda kalan sehirlerin iktisadî refah düzeyi batidaki sehirlerden daha iyi idi. XIV. yüzyilda Erzurum 222.000, Erzincan 332.000, Harput 215.000, Niksar 187.000, Kayseri 140.000, Nigde 141.000, Aksaray 51.000, Aksehir 135.000, Ankara 72.000, Mardin 236.000, Meyyafarikîn 224.000, Sivas ve Konya ise toplam 1.384.886 dinar vergi ödüyordu. XIII. yüzyilin sonlarinda Konya, Kayseri, Sivas basta olmak üzere Antalya, Sinop, Erzurum, Erzincan, Malatya, Ahlat, Diyarbakir ve Mardin gibi bazi sehirlerin nüfusu yüzbini asmisti.

Uluslararasi ticarette mühim bir yeri olan Yabanlu Pazari'nin en önemlisi Kayseri'nin Pinarbasi ilçesinin Pazarören köyünün bulundugu yerde kurulurdu. 40 gün boyunca açik kalan bu fuarda köleler dahil her çesit kumas, kürk ve hayvanlar alici bulurdu. Yabanlu Pazari 1277'den sonra giderek önemini yitirdi ve Mogol valilerinin yaylagi haline geldi.

Yine uluslararasi nitelik arz eden bir baska önemli pazar da Mardin'in Düneysir (Koçhisar) pazari idi. Ticarî maksatla kurulan hanlar ve pazar yerleri zamanla buranin bir sehir haline gelmesine sebep oldu. Bunun disinda Kirsehir-Kayseri yolu üzerindeki Ziyaret Pazar, Ilgin'daki Yilgin, Amasya-Tokat arasinda pazar günleri kurulan Azîne pazari ve Germiyan'da kurulan Alemüddin Pazari önemli pazar yerleri idi.

ANADOLU SELÇUKLU SANATI

XI. yüzyildan itibaren Türk göçlerine sahne olan Anadolu'da Büyük Selçuklular'in Iran'da gerçeklestirdikleri Türk-Islâm mimarisiyle Anadolu kültürünün kaynasmasindan olusan yeni bir sanat anlayisinin ürünü olan kiymetli eserler vücuda getirilmistir. Bu eserler daha sonraki yillarda Beylikler ve Osmanli mimarisine temel teskil etmistir.

Anadolu Selçuklu sanat eserleri incelendiginde bunlari etkileyen baslica faktörlerin Islâm inanci, Islam öncesine kadar uzanan Türk kültürü ve nihayet yerli kültürler oldugu söylenebilir.

CAMILER

Anadolu Selçuklulari müslüman bir devlet olup halkin büyük çogunlugunu müslümanlar olusturuyordu. Bu bakimdan diger Islâm devlet ve hanedanlarinda görüldügü gibi camiler mimarî eserlerin basinda yer alir. Anadolu Selçuklulari'na ait en eski camii XII. yüzyilin ortalarinda yapildigi bilinen Konya Alâeddin Camii'dir. Anadolu Selçuklu sanatinin bir saheseri olan bu cami, daha sonraki dönemlerde yapilan tamirat ve degisikliklerle günümüze kadar intikal edebilmistir. Sivas Ulu Camii ise 1197 yilinda II. Kiliç Arslan'in ogullarindan Kutbeddin Meliksah zamaninda Kizil Arslan tarafindan yaptirilmistir.

I. Alâeddin Keykubâd tarafindan yaptirilan Nigde Alaeddin Camii Anadolu Selçuklulari'nin klasik cami mimarisinin bütün orijinal özelliklerini bünyesinde toplamaktadir. Yine Alâeddin Keykubâd tarafindan 1224 yilinda yaptirildigi anlasilan Malatya Ulucamii Büyük Selçuklularin Iran'da uyguladiklari plâna dayanmaktadir. Ayni sultan dönemine ait olan baska bir eser de Afsin AshabGi Kehf Camii'dir.

Kayseri Huand Hatun Camii ise II. Giyaseddin Keyhüsrev zamaninda tamalanmistir. Sultan II. Izzeddin Keykâvus zamaninda yaptirilan Kayseri Haci Kiliç Camii de bir külliye seklinde plânlanmis ve cami medreseyle kaynasmistir. Amasya'daki Burmali Minare Camii'nin II. Giyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamlandigi bilinmektedir. Sinop Ulu Camii ise Muineddin Süleyman Pervâne tarafindan yaptirilmistir. Amasya valisi Seyfeddin Torumtay tarafindan yaptirilan Gök Medrese Camii Divrigi Ulu Camii'ni hatirlatan bir plâna sahiptir. Bünyan Ulu Camii, Aksehir Ulu Camii ve Develi Ulu Camii de Anadolu Selçuklulari'na ait kiymetli eseler arasinda yer alir.

XIII. yizyilda yapilan Selçuklu mescidlerinden bazilari da söyle siralanabilir. Konya Tas Mescid, Konya Sirçali Mescid, Konya Karatay Mescidi, Konya Hoca Hasan Mescidi, Konya Beyhekim Mescidi, Konya Tahir ile Zühre Mescidi, Alanya Akçebe Sultan Mescidi, Aksehir Küçük Ayasofya Mescidi, Aksehir Güdük Minare Mescidi, Harput Alaca Mescid.

2- Medreseler

Anadolu Selçuklulari zamaninda yapilan medreseler arasinda Afyon Boyaliköy'deki Kubbeli Medrese (1210), Isparta Atabey'de Ertokus Medresesi (1224), Konya Karatay Medresesi (1251), Konya'da Vezir Sahip Ata'nin yaptirdigi Ince Minareli Medresesi (1260-1265), Afyon Çay'da Tas Medrese, Kirsehir Cacabey Medrese (1272-1273) sayilabilir. Anadolu'da Selçuklu mimarisinin orijinal bir eseri olarak kabul edilen Kubbeli Medreseler Osmanli camii mimarisine zemin hazirlamis, hankâhlar, zaviyeler ve tekkeler hep bu plân esas alinarak gerçeklestirilmistir.

Kayseri'deki Çifte Medrese I. Giyaseddin Keyhüsrev'in tip medresesiyle kizkardesi Gevher Nesibe Hatun'un sifahanesinden ibaret dört eyvanli bir yapidir (1205). I. Izzeddin Keykâvus tarafindan 1217-18'de Sivas'ta yaptirilan Sifahane'de göz, dahiliye, cild ve ruh hastaliklari tedavi edilirdi. Burada ruh hastaliklarinin musikî ile tedavi edildigi bilinmektedir. Anadolu'daki en önemli medreselerden birini teskil eden Konya'daki Sirçali Medrese (1242), klasik Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasinda yer alir. Aksehir'deki Tas Medrese 1250'de Sahip Ata tarafindan yaptirilmistir. Yine ayni sehirde Huand Medresesi, Siraceddin Medresesi ve Haci Kiliç Medreseleri dinî ilimlerin okutuldugu medreseler idi. Sivas'ta adeta birbirleriyle rekabet edercesine ayni yil (1271) içinde yaptirilan Gök Medrese, Bürûciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese abidevî eserler arasinda yer alir. Gök Medrese çifte minareleri mermer portali, çesmesi, süsleme ve köse kuleleriyle Sahip Ata'nin en gösterisli eserleri arasinda yer alir. Gök Medrese Anadolu Selçuklu mimarisinin en gelismis eseridir. Bürûciyye Medresesi Muzaffer Bürücirdî tarafindan, Çifte Minareli Medrese ise Ilhanli veziri Semseddin Cüveynî tarafindan yaptirilmistir. Bunlarin disinda 1270'te Tokat'taki Gök Medrese Muineddin Süleyman Pervane tarafindan yaptirilmistir. Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese veya Hatuniye Medresesi Anadolu'da yaptirilan en büyük medrese oldugu gibi mimarîsi, plâni ve süslemeleriyle ahenkli bir üslüba sahip abidevî bir eserdir.

KÜMBET VE TÜRBELER

Anadolu Selçuklulari tarafindan yapilan kümbetler Büyük Selçuklu mimarisinin bir uzantisi olarak kabul edilmektedir. Çok mütevazi ölçüde yapilmakla beraber mimarî bakimdan inanilmaz bir zenginlige sahiptir. XII. yüzyilda insa edilen ilk kümbetler önceleri sadece tugladan daha sonra ise tastan yapilmaya baslanmistir. Sekil olarak sekiz, on, oniki köseli veya silindirik gövde üzerine piramit yahut külahli kümbetler basta olmak üzere dilimli gövdeli kümbetler, kare planli ve kubbeli, ya da dikdörtgen plan üzerine tonozlu türbeler olarak karsimiza çikmaktadir. Distan bakildiginda bir kule seklinde görünen kümbet genelde iki katlidir. Birinci kata birkaç merdivenle çikilir. Burada sanduka mezar bulunur. Asil mezar ise alt katta yani toprak seviyesinin altinda mumyalik denilen bölümdedir. Üst katta bulunan sanduka sembolik bir mezar seklindedir. Burasi daha çok bir ziyaretgâh veya mescit seklinde düsünülebilir.

Kümbetler çogu zaman bagimsiz bir mimarî eser olmakla beraber bazen de cami ve medreselere bagli olarak insa edilmistir. Erzurum'da Yakutiye Medresesi'ne bagli olarak insa edilen kümbet (1310) tas isçiliginin en güzel örneklerindendir. XII. yüzyilda yapilan Selçuklu kümbetlerinden sadece II. Kiliç Arslan kümbeti zamanimiza kadar kalmistir. Kayseri'deki Çifte Medrese kümbeti (1206) en eski Anadolu Selçuklu eserlerinden biridir. I. Izzeddin Keykâvus'un 1217 tarihinde Sivas'ta yaptirdigi Dâru's-sifa'nin saginda bulunan türbenin üzerinde tugla kubbenin örttügü mekân üstünde distan on kenarli bir kümbet yükselmektedir. Bu Anadolu Selçuklu tugla, çini ve mozaik süslemelerin ilk abidevi eseri olup çini mozoik sanatinin daha sonra ulasacagi parlak gelismenin ilk isaretleri olarak kabul edilebilir. Isparta Atabey'de Medreseye bagli olarak yapilan Ertokus Kümbedi (1223) sekizgen gövde üzerine içten kubbe, distan piramit külahla örtülü bir yapidir. I. Alaeddin Keykubâd'in emirlerinden Ali Tusî'nin sagliginda Tokat'ta yaptirdigi türbe (1234)'de distan sekizgen bir kümbet biçiminde yükselmektedir. Kayseri'deki II. Giyaseddin Keyhüsrev'in annesi Mahperi Huand Hatun türbesi (1238) camiin medreseye bitisen kösesine sonradan eklenmistir. Kayseri'deki Çifte Kümbet ise Alâeddin Keykubâd'in hanimi Melike Adiliye için 1247'de yaptirilmistir. Amasya'da Torumtay'in 1266'da yaptirdigi Gök Medrese Camiine bitisik kümbet kesme 70 tastan kare seklinde bir alt yapi üzerine tugladan sekizgen bir gövde ve kivrimli bir piramit içindedir. Muzafferüddin Bürûcirdî'nin türbesi Sivas Bürûciyye Medresesi içerisindedir. Amasya'daki Torumtay türbesi (1278) digerlerinden farkli bir özellik arz eder.

KÖSK VE SARAYLAR

Anadolu Selçuklu sultanlarinin yaptirdigi saray ve köskler oldukça mütevazi yapilardir. Kaba tas ve tugladan yapdiklari için uzun ömürlü olamamislardir. II. Kiliç Arslan'in yaptirdigi II. Kiliç Arslan Köskü'nün günümüzde sadece dogu cephesindeki duvari kalmistir. I. Alâeddin Keykubâd tarafindan tamir ettirildigi için onun adini alan kösk kare bir mekân üzerine yerlestirilmistir. I. Alâeddin Keykubâd Beysehir gölü kiyisinda Kubadâbâd adiyla meshur bir saray yaptirdi. Yine ayni hükümdar Kayseri'de Keykubâdiye adiyla bilinen yazlik bir saray yaptirmisti. Keykubadiye sarayi bir kaynaktan çikan sularin olusturdugu küçük gölün kuzey tarafinda siralanmis üç köskten ibarettir. Muhtemelen 1224-1226 yillari arasinda yapilmistir. Kayseri Erkilet yakininda Hizir Ilyas adiyla bilinen Selçuklu köskü de muntazam kesme tastan saglam bir yapidir. Yine Kayseri Argincik köyünde Haydar Bey adiyla meshur bir Selçuklu köskü bulunmaktadir.

DIL VE EDEBIYAT

XIII. yüzyil Anadolu Selçuklulari'nin siyasî bakimdan büyük sikintilari maruz kaldigi bir dönem olmasina ragmen Türk edebiyatinin ilk kuvvetli gelismesi de yine bu dönemde olmustur. Bu dönemde yetisen büyük mutasavviflarin kismen Arapça ve büyük bir çogunlukla Farsça olarak kaleme aldiklari ilmî ve edebî eserler yaninda Selçuklu hükümdarlari ve ileri gelen devlet adamlari için kaleme aldiklari eserler de vardir. Iste Anadolu'da islâm kültür hayatinin büyük bir gelisme gösterdigi XIII. yüzyilda Ahmed b. Muhammed et-Tûsi I. Izzeddin Keykâvus adina, Kelile ve Dimne'yi, Kadi Siraceddin Urmevî Mesud b. Izzeddin Keykâvus adina Kistasü'l-adalet fî kavaidi's-saltanat'i, Muhammed b. Mahmûd da Siyasetnâme tarzinda bir eser yazmistir. Ibn Bibî de Anadolu Selçuklu tarihinin baslica kaynaklarindan olan el-Evâmirül'lGAlaiyye'yi bu dönemde telif etmistir.

Anadolu Selçuklullari daha ilk zamanlardan itibaren sûfîlere karsi büyük bir saygi göstermistir. Tasavvuf erbabinin Selçuklu sultanlari ve devlet adamlarindan gördükleri yakin ilgi muhtelif yerlerdeki Sûfîlerin akin akin Anadolu'ya gelmelerine sebep olmustur. Bu dönemde Fahreddin-i Irakî, Seyh Neicmeddin Daye, Sadeddin-i Fergani ve Mevlâna gibi Islâm aleminin taninmis simalari Anadolu'daki sehirlerde yasiyorlardi.

Mevlâna Celâleddin-i Rûmi Farsça yazmakla beraber Anadolu'da gelismekte olan Islâmi Türk edebiyati üzerinde sürekli etki yapmistir. Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in oglu olan Mevlâna Belh'te dogmus ve 1273'te burada ölmüstür. Eserleri arasinda Muineddin Pervane'ye ithaf ettigi Fîhî Mâfih, Mesnevî ve Divan-i Kebîr sayilabilir.

XIII. yüzyilda Anadolu'da yasayan ve özellikle halk kitleleri üzerinde çok tesirli olan sahsiyetlerden biri de Haci Bektas-i Veli'dir. O islâmî ilimlere ve tasavvuf esaslarina vakif bir âlim idi. XIII. yüzyilda Türkçe eser yazan sairler arasinda Hoca Ahmed Fakih, Seyyâd Hamza, Sultan Veled, Hoca Dehânî ve Yunus Emre'dir. Mevlâna'nin oglu Sultan Veled Divan, Ibtidânâme, Rebâbnâme ve Intihânâme gibi eserlerini babasinin etkisinde kalarak yazmistir.

Hoca Ahmed Fakih XIII. ve XIV. yüzyilda Anadolu'da büyük söhrete kavusan Türk seyhlerindendir. O yasca Mevlâna'dan büyük olup babasi Sultanü'l-ulema Bahaeddin Veled'den fikih tahsil etmis, sonra ilâhî cezbeye kapilarak kitaplarini yakip daga çikmis ve Bahaeddin Veled'in ölümünden sonra geri dönmüstür. Ahmed Fakih'in günümüze intikal eden iki eseri Çarhnâme ile Kitab-i Mesâcidi's-serîfe'dir. Bunlar Anadolu Türkçesinin en güzel örneklerini teskil eder.

Seyyâd Hamza dinî ve tasavvufî siirleriyle Ahmed Fakih'i takip etmistir. Türk tasavvuf edebiyatinin gelismesinde büyük bir tesiri olan Seyyâd Hamza'nin eserleri ve hatirasi bu siir tarzinda güçlü simalarin yetismesini saglamistir. Seyyâd Hamza'nin Anadolu'da köy köy dolasarak dinî-tasavvufî siir ve hikayelerle halki aydinlattigi söylenebilir. Yusuf u Züleyha adli mesnevisi meshurdur.

Hoca Dehhânî de Horasan'dan Anadolu'ya gelen sairlerden olup Sultan III. Alâeddin Keykubad'a bir kaside sunmus ve günümüze ulasmayan manzum bir Selçuknâme yazmistir. Dehhanî daha çok din disi konularda yazmistir. XIII. yüzyil sonlariyla XIV. yüzyil baslarinda yasayan Yunus Emre ile Anadolu'da yetisen tasavvufî Türk edebiyatinin en büyük temsilcisidir. Daha sonraki dönemlerde yasayan pek çok edip ve sair onun etkisi altinda kalmistir. Yunus Emre'nin Divan'i ile Risâletü'n-nushiyye adli bir mesnevisi vardir. O Türkçe divan sahibi ilk sairdir. Yunus siirlerini aruz ve hece vezniyle yazmistir. Yunus emre ilâhî aski yasamis ve duygularini siirlerinde dile getirmis, Islâma bagli, tarikat yoluyla halka ulasmis bir büyük insandir. Türkçe'nin ifade gücünü isbatlamis büyük bir dil ustasidir. Türk halki arasinda en çok sevilen ve siirleri Anadolu'da zevkle okunan Yunus Emre aradan asirlar geçtigi halde canliligi ve güzelligini kaybetmeyen siirleriyle Islâmî Türk edebiyatinin en seçkin temsilcisidir.